Sevimsiz Bir Tanışma - Maghan Quinn | Kitap Yorumu


Özgün Adı : A Not So Meet Cute
Kitap Adı : Sevimsiz Bir Tanışma
Yazar Adı : Meghan Quinn
Seri Bilgisi : Cane Brothers #1
Çevirmeni : Pelingül Uçar
Sayfa Sayısı : 432
Yayınevi : Ren Kitap
Baskı Yılı : 2022
Kitaba Puanım : 3,5 - 4/5
Eğlenceli miydi? Evet.
Güldürdü mü? Evet.
Karakterler arası etkileşim hissedilir miydi? Evet.
Romantizmi hissettim mi? Hmm.
Romantik komediye doydum mu? Komedi kısmında evet ama romantik kısmında hayır.

Bir romantik komedide eşitlik olmalı bence, gülüp eğlendirdiği kadar da o duygusal dozu almalıyız. Ben karakterlerimiz arasındaki o aşkı hissedemedim ama aradaki çekime şükür şahit oldum. Sevimsiz Bir Tanışma büründüğü o hava konusu ve bu eğlenceli karakterleriyle büyük bir potansiyele sahipti ama yazar bir yerden sonra aman yaaa zaten okuyorlar severler diyerek epey bir şey itelemiş gibi düşünüyorum ben.
Lottie ve Huxley'in arasındaki çekim güzelken cağnim yazar o atmosferi niye full kırmızı noktalı sansürlü sisli eylemlere odaklayıp aslında içlerindeki o saf duyguları ele almayarak okumamıza engel olmuş ki anlam veremedim.

Ama şunu söylemem gerekir ki Huxley faktörü (😍benim bundanım olmalı😍) vardı ki kitabı sırtlayıp finale taşıdı. Kitabın başından beri süre gelen iç düşüncelerine kahkaha attım Huxley'in. Bakış açısı ise kesinlikle kitaptaki favorimdi benim. İş söz konusu olduğunda sonuç odaklı kıvrak zekalı  çok da mantıklı ama bir o kadar acımasız yaklaşımı ne yalan söyleyeyim beni cezbetti. Işteki ciddiyeti bir yana özel hayatındaki o şapşallığına bayıldım, kardeşleri ile olan şakacı yaklaşımı o goygoyları, benim bu ekiple aynı ortamla olmam gerekir. Ne eğlenir ne güleriz ama var ya off off.

Lottie eğlenceliydi de bir yerde kafa karıştırmayı da başardı. Yani o başlardaki haliyle kalmış olsaydı yakın arkadaşım olmasını istediğim kişi olurdu. O bir yerde ipi koparıp coşunca dedim sen ne yapıyorsun? Ama işte beni dinlemedi, duymadı muhtemelen. 🤭 Neyse, hikayemizin başlangıç noktası Lottie'nin sevimsiz ve bir o kadar toksit arkadaşı Angela'nın, bizimkini işten kovması oluyor. Tabi bu durumu kız kardeşi Kelsey harici kimseye anlatmıyor. Annesinin evden gideceğı anı kolladığını da düşününce ailesine bu durumdan bahsetmemesi tam isabet bir karar. Emekleri hiç olan, işsiz ve dünya kadar borcu olan kızımızın canı da fena halde sıkkın. O esnada canım Kelsey imdada koşuyor, alıyor ablasını dışarı çıkıyor. Amacı masum nereden bilsin manyak ablası bundan yürüyüp başına iş açsın. Gerçi sonucu güzel bitti, bunu ben de düşünebilirim ama almam gereken bir sporcu atlati sağlamından tayt ve saçımı örüp zengin muhitte koşmam gerek. Konudan sapmadan olaya dönüyorum. Iki kafadar koşup gezerken konu ansızın 'zengin koca' olayına geliyor. Bizimki de gaza geliyor, hemen akabinde yaptığı araştırma sonrası başka bir gün zengin bir mahallede koşuya çıkıyor. Hani olmaz ama karşısına zengin ve bekar biri çıkarsa etkilerim diyor. Ve bu fikre sonrada kızarak kendine kızarken yolunu kaybediyor. İşte ne olduysa o anda oluyor çünkü esas adamımız Huxley aniden karşısında beliriyor.

Bizimki epey varlıklı bir iş insanı, emlak üzerine işi. Ve çok istediği arsayı da alamıyor ve adamı etkilemek için bir yalan söylüyor. Adama nişanlı olduğunu söylüyor üstelik nişanlısı bir de hamileymiş, aa ne tesadüf. Yalanı ortaya çıkmasın diye kendine suç ortağı arıyor. Amacı aslında aldatmak değil, ben de senin gibiyim diyerek işi koparmak ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. Sonrasında evde kardeşleri ile oturup kaderine razı olmak yerine yürüyüşe çıkıyor ve işte o kadınla karşılaşıyor. Bu yalan başına iş açarken kalbinin sahibini de bulmasında etkin rol alıyor.

Çok güldüğüm sahnelerden biri doğuma hazırlık kursuna gittikleri derslerdi. Komikti eğlenceliydi ve güldürdü. Hele ki Cane kardeşlerin whatsapp konuşma grubunda dönen sohbetler, aşırı güldürdü. İlk yarı kırdı geçirdi, eh beee dediğim yerler olsa da güldüğüm sahne çoktu. Ama o ilk yarı sonrası bornozlarla kışkırtmalar fazla edilen o çiğ küfürler (küfre karşı değilim, epey söven de bir kişiyim ama yerinde kullanım gerekmeli bence. Ya da yumuşatarak 'becerdim' şeklinde kelimeler mi olsaydı, bilemedim.) bir tık "yeter tamam hadi sevişin de siz de biz de kurtulalım şu atmosferden" dedirtti. Hatta ve hatta kitabı birlikte okuduğum arkadaşımla epey üzerine sohbetler ettik. En son feryadım benim bundanım (Huxley) olmalı diyip duruyordum. Lottie'nın kışkırtmaları daha az olup o başta sevdiğim kankam olsa ya dediğim çatlak hatun olarak kalıp da daha romantik sahneler okusaydık daha güzel olmaz mıydı acaba? Buna epey kafa yordum. Bir de aklıma takılan kısımlardan biri, bu adam bu kadar bilindik bir simayken, magazinde de boy gösteriyorken Lottie ile dışarı çıktıkları her anda neden birine yakalamadılar diye düşündüm. Tabi diğer bebek bekleyen çiftimiz, Dave ve Ellie durumu hemen anlamış olmaları, gerçeği itiraf etmelerini beklemeleri durumu ne bileyim oldu bittiye gelmiş gibiydi. Ah neredeyse unutuyordum bir de şey vardı ki bu önemli bir noktayken en sona bırakılmıştı. Lottie bu teklifi kabul ederken Angela'nın davet ettiği mezunlar buluşmasına bir çift gibi gitmekti hatta bu konu çok ciddiydi ve Lottie bu duruma özen veriyordu. Sonrasında olaylara ve sevişmeye kendini kaptırıp aşık olunca sona kaldı. Nasip. Uzun lafın kısası eksi ve artılarıyla, kurgu bazdaki hissedilen eksiklerle, karakterlerin tavır ve davranışlarıyla birlikte ortalama bir seri giriş kitabı olduğunu söyleyebilirim.

Kitap üzerinde emeği olan herkese çokça tişikkirlir, keyifli bir okuma gerçekleştirmiş olduk. Serinin devamını sabırsızlıkla bekliyorum çünkü kardeşlerden beklentim büyük epey eğlenceli tiplerdi. Ya benim böyle bir ekiple kanka olmam mevzulara dalmam gerek. Kaç kuponla alabiliyoruz bunu?

Nasıl tanıştınız?
Tüm çiftlere sorulan temel sorulardan biridir. Cevap da genellikle aşk meleğinin oku ile vurulmuş, çifte kumrular tadında bir aşk hikâyesi olur. Benim sevimli tanışmam -aslında sevimsiz olan tanışmam- biraz daha farklıydı.
Benimle evlenecek birini bulmak için Beverly Hills’in zengin mahallelerinde dolanıyordum: Beni yeni kovmuş baş düşmanımı kıskançlıktan çatlatmak için; böyle durumları bilirsiniz. O ise muhteşem bir dev gibi ortalıkta tepinerek dolaşırken yanlış giden bir iş anlaşmasından ve beyaz yalanlarından kurtulmanın yollarını arıyordu. İşte bu bizim ilk karşılaşmamızdı. Kıvılcımlar yoktu. Bir aşkın filizleneceğine dair hiçbir işaret yoktu. Karşılıklı iş anlaşması o an için mantıklı gelmişti. Malikânesinde beraber yaşayıp birbirimize sırılsıklam âşıkmış gibi davranırken çifte randevulara çıkmamızdan bahsediyorum. Hem de nişanlı olarak.
Hayal edebiliyor musunuz? Kesinlikle yürek isteyen bir şeydi.
Gelgelelim insanlar umutsuz olduğunda çılgınca şeyler yapabilirdi ve ben, baştan aşağıya çaresizlik içerisindeydim.
Bu yüzden bir anlaşma yaptım. Tek büyük hatam. Büyük mü dedim? Hayır, devasa bir hataydı bu!
Kazara kendimi eşsiz Huxley Cane’e bağlamıştım.

İspanyol Aşk Aldatmacası - Elena Armas | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Spanish Love Deception
Kitap Adı : İspanyol Aşk Aldatmacası
Yazar Adı : Elena Armas
Seri Bilgisi : Spanish Love Deception Series #1
Çevirmeni : Burcu Karatepe
Sayfa Sayısı : 488
Yayınevi : Yabancı Yayınları 
Baskı Yılı : 2022
Kitaba Puanım : 3/5
Son zamanların en çok konuşulan en fazla sevilen bir kitaba dair karşı duygu ve düşüncelerimin aktarımını sizinle paylaşacağım. Öncelikle herkesin bayıldığı kadar kitaba bayılmadım. Sevdim ama öyle aman aman bir sevgi duyduğum söylenmez. 

Bir kere kızımız çok fazla kendi düşüncelerine gömülüydü. İkili konuşmada muhatap alması gereken kişileri görmezden gelerek muhatap almayıp cevapsız bıraktı. Böyle anlar o kadar fazlaydı ki resmen ruhum emildi. Aaron ise ısrarla etrafında dönüyor, her an yanında oluyor, yardıma ihtiyacı olduğu anda orada biriyordu. Yani tüm bunlara rağmen kıza soru sorduğunda elemana duvar muamelesi yapan Lina'ya düşmesi Aaron, birader, bana da gelsene demeden edemedim. Kitap sözde düşmandan aşka konuluydu ama ne düşmanlıkları düşmancaydı ne de aşkları böyle voaaaa ne aşıktır dedirtir cinstendi. Bu da beni biraz konudan kopararak olaya dahil olmamı engelledi. Sahte bir ilişki durumu vardı kitapta, hani romantik unsurlar dahil edilmişti, bazen böyle güldüğüm kısımlar da çok oldu. Aaron kitabı sırtlayan bir etkendi ve ondan dolayı bir tık parladı ama eksik olan yerler vardı. Ama bazı yerler vardı ki ne alaka dedim durdum. Gereksiz uzatıldığı konusunda çok düşünüyorum. Keşke yazara bunu biri söylemiş olsaydı.

Aaron tarafı yüzeysel geçilmişti, adam tam anlamıyla kapalı bir kutu. Ki zaten kendini açmaya fırsatı da pek yoktu. Lina ise maşallah susmak nedir bilmiyordu. Hem adama düşman hem de deli divane arzuluyor, her miliminden bahsedip duruyordu. Yani bu nasıl düşmanca bakıştı anlamadım açıkçası. Ki düşman olma mevzusu da çok yüzeyseldi, çok da üzerinde durulmayacak *bence* bir meseleydi. Açık yüreklilikle dürüst bir konuşma ile birbirini dinleyip de konuşmuş olsalardı, onca sene kaybı da olmazdı.


Lina kendi kendini zor duruma düşürüyor. Ispanya da yaşayan ailesine, hayatında birinin olduğu söylüyor fakat öyle biri yok. Bu beyaz yalan ayağına dolanıyor ve kız kardeşinin düğünü için de annesi, Lina'ya erkek arkadaşıyla gelmesini söylüyor. Lina ise bu durumdan çıkar bir yol arıyor derken beyaz atlı prens Aaron ben seninle düğüne gelebilirim diyor, demesine ama Lina'nın onu pek dinlediği yok. Dinlemek zorunda da kalıyor. Tabi şöyle bir nokta var, Aaron ona bir davete katılmaya eşlik ederse onunla birlikte düğüne gideceğini söyleyerek Lina'yı 'ikna' ediyor. Bu davete katılma, açık arttırma durumu vs çok kısa geçilmişti. Hani kitapta hareketlilik olsun öyle eklensin diye yazılmış gibiydi. Öncesinde ya da sonrasında bu mevzu dönmedi yokmuş gibi geçildi gitti. O kısımda pek anlam veremedim ama neyse. Gelelim düğüne, gelinin evlendiği kişi, Lina'nin onu zor durumda bırakarak terk eden eski sevgilisinin kardeşi. Daniel mevzusuna da değinmek isterim yeri gelmişken. Bu şerefsiz kızımızın okulundaki öğretmenlerden biri, tabi üniversite ortamı, eğitim görevlisi biri ile ilişki varsa kesin onunla birliktelik yaşayarak derslerden geçti damgası yapıştırılır ki Lina bunu yaşarken bu şerefsiz de topukları kıçına çarpa çarpa kaçıp gidiyor. Kitaptaki beni en sinir eden yerlerdi burası, ah be Lina dedim. Evet güçlü kalarak okulunu bitirip Amerika'ya taşınmış kendine bir hayat kurmuş harika hayatı var. Yani niye ailene hayatında biri var diyorsun ki, insanlar yalnız da yaşıyor olabilir, bunu tercih de etmiş olabilir. Yaşadığıcan yakıcı bir ayrılık sonrasında kimseyi istemiyor da olabilir ve hayatında kimse yok diye başkalarının acımasına gerek yok. Şuursuz manyaklar kendi hayatlarıyla ilgilenmeli, başkalarının ay o yalnız mı diye ah vah çekmesine GEREK YOK.

Neyse...

Gel gelelim bir anlaşma yapar Aaron'la ve İspanya'ya doğru yola çıkarlar. Bu yolculuk esnasında neden Lina tüm sülale hakkında her şeyi ezberlemesini istedi o kısmı anlamadım. Sonradan tanışıp zaman geçirerek öğreneceği şeyleri Lina'nın ısrarla şunu ezberle bunu ezberle demesine anlam veremedim. Düğün gününe kadar olan kısımda yakınlaşma anlarında ikisinin alev alev yanmaya hızlı ve hazır olmaları Aaron için evet olumlu ama Lina ısrarla sevmiyorum dediği adama yanması da ne bileyim yani...

Lina'nın arkadaşı Rosie'un baştan beri haberdarken bir yerde yeni öğreniyor gibi tepki vermesi de dikkatimden kaçmadı. Lina bence duyguları konusunda ne hissettiğinden habersizdi ama bir konuda çok haklıydı. Aynı ortamda bulunduğu biriyle bir birliktelik yaşarken - okulda, iş yerinde vs vs- emeğiyle kazandığı başarısını sanki birlikte olduğu adama borçlu olduğunu yansıtmaya çalışan kisilere duydugu tiksinme doğruydu. Hatta bundan sebep Aaron ile neredeyse ayrılıyordu. ŞEREFSİZLER!

Her bir uvzu büyük ve iri olan, mavi gözlü dev Aaron'u beğendim, Lina'yı da beğendim ama kitap ortalamaydı ve ortalama bir puan aldı benden.
Bir düğün. İspanya’ya bir seyahat. Dünyanın en sinir bozucu  adamı..

Ve üç gün boyunca oynanacak bir  sevgililik oyunu. Yani kesinlikle işlemeyecek bir plan.

Catalina Martín’in acilen ablasının düğününe birlikte gideceği birine ihtiyacı vardı. Kalbini paramparça eden eski sevgilisinin nişan haberini aldıktan sonra İspanya’ya yalnız dönemezdi. Amerikalı bir erkek arkadaşı olduğuna dair söylediği küçük yalan da kontrolden çıkmaya başlamıştı.

Onunla Atlantik Okyanusu’nu aşıp aldatmacasına ortak olacak birini bulmak için tam dört haftası vardı. Kalabalık, gürültücü ailesini kandırmak ise hiç kolay iş değildi. Ancak insanların ona acıyan bakışlarından kurtulacağı anlamına geliyorsa her şeyi yapardı.

Yani, neredeyse her şeyi… Uzun boylu, yakışıklı, herkese tepeden bakan iş arkadaşı Aaron Blackford’un yardım teklifini kabul etmesi imkânsızdı. Sonuçta Catalina hayatında hiç bu kadar sinir bozucu, küstah ve katlanılmaz bir adamla karşılaşmamıştı.

Ama ailesinin heyecanı onu köşeye sıkıştırmıştı ve Aaron en iyi değilse bile tek seçeneğiydi. Seyahatleri ilişkilerini yeni bir boyuta taşırken, aralarındaki yanlış anlaşılmalar ortaya dökülecek ve Catalina adamın belki de sandığı kadar korkunç biri olmadığını fark edecekti.

NEW YORK TIMES, USA TODAY, SUNDAY TIMES, GLOBE&MAIL VE IRISH TIMES ÇOK SATANI

İLK ROMAN DALINDA 2021 GOODREADS OKUR ÖDÜLLERİ KAZANANI

“Romantik bir hikâyeden isteyebileceğiniz her şey bu kitapta.” —Helen Hoang, New York Times çoksatan yazarı
(Tanıtım Bülteninden)

Aramızdaki Uçurum - Samantha Young | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Impossible Vastness of Us
Kitap Adı : Aramızdaki Uçurum
Yazar Adı : Samantha Young
Seri Bilgisi : ☆
Çevirmeni : Tülin Er
Sayfa Sayısı : 392
Yayınevi : Dex Yayinevi
Baskı Yılı : 2018
Kitaba Puanım : 4/5
Bir gençlik romanında en fazla ne beklenebilirdi sorusuna verilecek cevap, ilk aşktır. Lise maceraları anlatılan kitaplarda akran zorbalığı da ucundan bucağından yer alırken içine girdiğim hikayeyse kendimi bulduğum olaylar beklentilerimin dışındaydı. Ucu açık biten sonlar hiçbir zaman tamamlanmamıştır ve bu kitapta da aynı son mevcut. Yarım kalmış da arkası yarın devam edecekmiş izlenimindeydi. Final için farklı bir beklentim olsa da kitabın geneline baktığımda beni tatmin eden bir okuma oldu diyebilirim.

Kitapta yer alan başlıklar okurken içime işledi. Evebeyn sorunlarından, kurulan arkadaşlıkların çalkantılı hallerinden, güven duyulmayan o aşkın varlığından ve yüzleşilmesi gereken konulara kadar yazar çok iyi işlemişti bence. Yer yer üzülüp yer yer de kendinizi gülümserken bulabilirsiniz.

Hayley bir gün hayatında birinin olduğunu, adama karşı gerçek duygular beslediğini, bu hissettiğinin aşk olduğunu ve evlilikle neticeleneceğini söylediğinde India oldukça şaşırdı. Çünkü bu evlilikle birlikte yaşadığı yerden koparken yıllardır ilmek ilmek işlediği kusursuz görünen okul hayatı toz bulutu gibi dağılacaktı. Elbette ki karşı çıktı, tanımadığı annesinin onunla tanıştırmaya zahmet etmediği bu adamla evlenmesi onu tegirdin etti.

Evlendikten sonra da birlikte Boston'a taşınacaklarını, lisenin son yılını orada okuyarak mezun olacağını netleşti, ki bu konuda da konuşma oldu. Bu durumdan ne kadar memnun olmasa da annesiyle yaşadığı için mecburdu India. Annesiyle iyi geçinemiyor olmasının ciddi bir sebebi var. Çocukken, Hayley'in baskıcı babasını terk etmesinin sonucunu India yaşadı. Babası onu dövdü, aç bıraktı ve bakmadı, bunun en büyük etkeni annesinin çekip gitmesiydi. Hastanede ölümüne dayak yemesinin ardında annesinin gelip alması ile hayatı değişti India'nin ve beraber yaşarken kendine bir zırh edindi. Kendinden başka kimseye güvenmeyecekti, bu annesi de dahildi.

Evlilik kararıyla birlikte India'nin kendine kurduğu dünyası sarsılarak üzerine yıkılır. Gideceği yerde neler yaşayacağını düşünürken yeni hayatıyla ilgili birçok çekinceleri oluşur. Belirsizliklerden korkması yaşadığı travmanın da her an ensesinde olmasıyla da alakalı. Aralarındaki sorunları konuşma zamanı gelip de yüzleştiklerinde bende bir kırılma oldu, ne kadar kızmış olsam da India gibi az da olsa Hayley'i anlayabildim.

Hayley ve Theo evlenmesiyle birçok şey değişti elbette. Dahil olduğu dünya, alışık olduğundan çok daha farklıdır. Şimdi kocaman bir evde yaşarken, yıllığı epey pahalı olan bir okulda okuyor ve ayrıcalıklı bir hayatın parçası haline geldi. India, bütün düşüncelerine hislerine rağmen heyecanlanarak anın büyüsüne kapıldı. Sarf ettiği çabaları, uğraşı, yalnız kalmışlığı ve geçmişte yaşadığı duyguların yansıyan andaki o çaresizliği çok içime işledi. Olduğu karakter, sanki dövülmüş bir çelik gibiydi; sert yıkılmaz ama yine de aldığı hasarlarla çok güçlü. Gurur duyduğum bir karakterdi India.

Evlilikle birlikte aynı yaşlarda olan bir de üvey kız kardeşi de olur, Elle. Elle ile de birçok yeni insan hayatına girer. Yeni arkadaşlarıyla arasında oluşan uyum eskiden yaşadığı yerdeki kadar kolay değildir. Sonradan gelen ve ortama uymayan kişi olarak aralarında sırıttır. Kendini bir şekilde aralarına kabul ettirirken de biri dikkatini fena halde çeker. Üvey kız kardeşi Elle'nin sevgilisi Finn. Dıştan bakınca rahatsız hissettircek gibi duran bir aşk üçgeni var kitapta ama  görünenin dışında bir gerçek de var. Arkada dönen olaylar epey farklı.

Babası tarafından şiddete uğrayan Finn ve eşcinsel olduğunu herkesten saklayan Elle'nin çevirdiği oyun, India hayatlarına girene kadar kusursur ilerler. Gerçekte ne olduğunu ve kim olduğunu insanlar kolaylıkla açıklayamaz, tıpkı India gibi kendini koruma adına başına gelenleri kendine saklayıp güçlü görünüm oluştururken Elle ve Finn'in kendilerin gerçekte kim olduklarını gizlemek gözlerden daha uzakta olmaya çalışırlar. Okulu bitirip üniversite ile kendi hayatlarına kavuşana kadar planlarına sadıktırlar. Buraya ek parantez açmak isterim, günümüzde de hâlâ cinsel yönelimi farklı olan kişilere yapılan zorbalık ve dışlanmaları düşününce Elle gibi kendini gizleyen birçok insanın olması beni üzdü. Yine şiddete maruz kalan ve şiddet görmeye devam eden India ve Finn gibi birçok insanın olması da beni üzüyor. Gönül isterdi ki sevginin saygının kol gezdiği bir dünyada kimsenin kimseye karışmadan iyilikle yaşayabilmesi. Keşke tabi, keşke...

Bu üç genç o kadar kırılgan, o kadar yaralı, o kadar korkmuş ve de o kadar güçlü ki, kitabın ortalarında üçünü tutup sıkıca sarılıp sevmek istedim. Gerçekte olduğunuz kişiyi saklamak yorucu olabiliyor, bunun empatisini bana Elle yaptırdı. Korkularla yüzleşmek kendi gücünü kararlılığını sağlamaktaki gerçekliği India ve Finn hatırlattı. Bu üç karakter benim için başka yerde olacak. Bir tek keşke yazar Finn'i daha fazla konuşturup daha açık kitap gibi okunur bir karakter yapmış olsaydı on numara olurdu.

Uzun lafın kısası bu kitaba tamamen bayıldım. Kırdığım bir puan ise o finale ve Hayley'e kızdığımdan sebep. Onun haricinde karakterlere, hikayenin gidişatına, yazıma -ucu açık devamı varmış gibi hissettiren o sona rağmen- kitapla ilgili her şeye bayıldım. Samantha Young'dan daha fazla kitaplar okumak istiyorum.

Bazı sırlar her şeyi değiştirebilecek kadar büyüktür.

“Tamamen yalnızken hiç kimseye güvenmemek çok yorucu.”

India Maxwell, okulda popüler olmak için yıllarını harcadı ve tam istediği popülerliğe kavuştuğunda, annesi âşık olduğunu ve Boston’a taşınacaklarını söyledi.
Şimdi India’yı yeni evinde bir üvey baba ve kız kardeş bekliyor. Ultra lüks hayata alışmak ve yeni okulunda eski popülerliğini elde etmek için çok çaba sarf etmesi gerekiyor.
Fakat bu o kadar kolay değil çünkü India’nın kimseye açmaması gereken sırları var ve bunları iyi saklamalı. Özellikle üvey kız kardeşinin kibirli ve küstah erkek arkadaşından...
Kitapları tüm dünyada milyonlarca okuyucuya ulaşan Samantha Young’tan üç kişilik bir aşk hikâyesi.

Yaban Çiçeği - Micelea Smeltzer | Kitap Yorumu

Özgün Adı : The Confidence of Wildflowers
Kitap Adı : Yaban Çiçeği
Yazar Adı : Micalea Smeltzer
Seri Bilgisi : Wildflower #1
Çevirmeni : Büşra Tekin
Sayfa Sayısı : 416
Yayınevi : Ren Kitap
Baskı Yılı : 2022
Kitaba Puanım : 3,5 - 4/5
Bazı kitaplar vardır, siz onu çözmeye çalışırken  içinize işleyip o sizi çözer. Yaban Çiçeği de o kitaplardan biri olurken bana yaptığı tam olarak buydu. Tabi ki kitabı okuyan arkadaşlarımdan önden bir uyarı yedim bak seni bunlar bekliyor diyerek fakat duvara toslamak kaçınılmaz iken sizin koşarak yaptırmanız da sonucu ortaya koyuyor. Zaten kitapta tetikleyici unsurlar *ölüm gerçeği ve istismar durumu* hakkında bir uyarı var. Ve kitabın bel kemiğini oluşturan kısmı da burası tabi. Bu uyarıları göz önüne alarak okunması fikrindeyim ben de.

Kitap beni üzdü mü? Evet!
Ağlattı mı? Bir tık boğazımı sıktı.
İyi miydi? Bence, evet. *bu göreceli*
Sevdim mi? Kesinlikle evet.

Kitabı okurken, her duygu hissettim ben. Korkuyu, endişeyi, ihtirası, aşkı, kaybın acısını, kendini bulma yolundaki şaşkınlığı... Ben karakterleri anladım yahu. Çok fazla düşüncem var esasında. Satır arasında kalan duygular detaylar o kadar çok ki belki de ben anlam yüklediğim için bu kadar etkilenmiş ve irdelemiş olabilirim, bilmiyorum . Hiç kimsenin yaşamaması gereken korkunç bir durumla henüz bir çocukken yüzleşiyor Salem, babasının istismarına uğruyor, bu korkunç bir şey. Salem'in duygu, düşünce ve dışarı yansıttıkları arasında ciddi fark var. Mesela Calep onun hakkında gerçekleri uzun bir süre bilmiyor, anne ve ablası haricinde bilmiyor. Dışarı yansıyan kısımda normal bir hayat süren eğlenceli bir kızken içinde döküntüler altında kalan yaralı bir kız. Calep ile olan ilişkisi olduğu gibi ilerlesin moduna bırakıyorlar. Lise bitiyor, üniversite için bir telaş başlarken Calep'in uzağa gitmesi ilişkilerinin çatırdamasının ilk evresi. İkinci evre ise yan eve taşınan gizemli adam..

Salem'in hayatında belli bir baba figürü de yok. O kısım boşluk ve yerini doldurma isteğini bastırması da yan evde yaşayan  Thayer ile birlikte baş gösteriyor. O kısımda kendinden büyük birine ilgi duymaya başlıyor. Bazen olur, yerine başka şeyle doldurup o kişiyi her şey olarak görürken daha derinden bağlanır insan, tam olarak Salem bunu yaşadı. Aşkı onda gerçekten yaşaması domine etkisi gibi bir şey oldu. Bence. Benim gözlemlemim bu. 

Thayer ise sıradan bir adam aslında baktığınızda. Fakat onda farklı kılan şeyler ise fikirleri, eylemleri. Bu yüzden sanırım adama Salem gibi ben de düştüm. Kötü biten bir evlilik sonrasında kendine yeni bir hayat kurma isteği ve bunu hayata geçirmesi derken ana baş karakter ile tanışmaları aralarındaki çekim, itme çekme de diyebiliriz aslında...

Karakterlerin yaş farkı hakkında da bir şey söylemek istiyorum. Birçok benzer yaş farkı olan kitaplar okumuş bir okur olarak abartı bulmadım. Zaten ikiliyi bir araya getiren hikayeden doğan aşk bu farkı eritiyor. Kendi hayatlarında yaralar almış iki kişi, bir ortak nokta buluyor birbirini anlıyor ve aralarında duygular gelişiyor. Salem yaralarının farkında ve Thayer bu yaraları iyileştirmeye gönüllü. Tabi kendi açacağı yaraya kadar...

Okuduğum bu hikayede beni en etkileyen nokta ise Forrest'in ölümü oldu. Kanser hastası olan Allie ölümünü beklerken Forrest'in başına gelen talihsiz kaza ve sonrasında ölmesi beklediğim bir şey değildi. Derinden sarsıldığım bir olay oldu ve sonrasında kabuğuna çekilen acısıyla başbaşa kalan bir baba gördük. Thayer tüm sorumluluğu kendiyle birlikte Salem'e yüklenip bilenmesi sinir bozucuydu. Elbette ki o ruh halinde olan birinden sakin kafayla sağlıklı düşünmesini beklemek hata olur ama yine de Salem'i hayatının dışına iterken geride ne bırakıyorum diye bakmaması alçakçaydı.

Yani... Bazen iyi şeyler kötüye gider ve hayatın devam ederdi ama yine de ne bileyim, olmasını istemediğim olaylardandı, kitaptaki yaşananlar.

Salem ve Calep ikilisine geri dönüyorum, aralarındaki ilişki hem hoş hem de üzücü. Calep için üzücü bir durum. Karşılıklı sevgi olsa da Salem ona aşık değil. Bu demek değil ki yediği bok doğru, ayrılmalıydı, olmuyor bitirelim diyerek herkes kendi yoluna demeliydi de yapmadı yapamadı. Salem bilmiyorum çok fazla kızayım da diyemiyorum ona, farklı hissettiriyor bende. Tabi Calep arada yanan kişi oluyor da, kaderin cilvesi diyelim ona da biz.

İlk kitap ön görülür ama beklenmedik şekilde biterken ikinci kitap için heyecanım çok yüksek. Salem'in vereceği kararlar ne olacak, Calep hayatının neresinde olacak, Thayer ne yapıyor şeklinde bulacağız, Allie hastalığı yenecek mi yoksa farklı bir şekilde mi bulacağız derken merak merak ve merak içindeyim.

Bu kitabı ülkemize getiren editör, dilimize çeviren çevirmen, düzeltisini yapan kişiler, bu ekibe güvenerek kitabı basan yayınevine teşekkürler. Gerçekten okurken duygudan duyduya sürekleyen bir kitabı bize getirmişler. Hani bir film repliği vardır ya, "beni boğdu boğdu duvara vurdu" diye heh bana öyle hissettirdiği için bir de yazara teşekkür etmeliyim.
“Herkes yanında olacak birilerine ihtiyaç duyar. Ben senin için o kişi olmak istiyorum.” Kalbim atmayı bıraktı. “Benim için... o kişi mi olmak istiyorsun?”
“Evet,” diyerek omuz silkti. “Otuz bir yaşındayım. Birinin sevgilisi olmak için fazla yaşlıyım. Ama senin için o kişi olmak kulağa güzel geliyor.” 
“Bunu sevdim.” Avucumun altında atan kalp ritimleri düzenliydi. “Bu da benim, senin için o kişi olduğum anlamına mı geliyor?” Kahverengi gözleri sıcacıktı. İkimizin de henüz söylemeye hazır olmadığı her şey oradaydı. “Hayır, Salem.” Bunun canımı sıkmasına müsaade etmeden hemen ekledi. “Sen benim her şeyimsin.”

☆☆☆

Wildflower Serisi;
#1 The Confidence of Wildflowers / Yaban Çiçeği
#2 The Resurrection of Wildflowers


Aşk Esiri - Kathryn Caskie | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Most Wicked of Sins
Kitap Adı : Aşk Esiri
Yazar Adı : Kathryn Caskie
Seri Bilgisi : Seven Deadly Sins Serisi 2
Çevirmeni : Selin Gül
Sayfa Sayısı : 272
Yayınevi : Pegasus Yayınları
Baskı Yılı : 2014
Kitaba Puanım : 4/5
Yedi Ölümcül Günah tema klişesini hangi kitapta olursa olsun kurguya harmanlayıp güzel yazıldığında ben keyifle okuyorum. Serimizin temelinde de bu klişe yatıyor. Serinin ikinci kitabı olan Aşk Esiri'ni ilk kitaptan daha çok beğendiğimi ifade etmem gerek. Yazar acemice yazmış olsa da keyifli bir okuma oldu benim için. Bir de seri davamı gelmiyor diye kendi kendime düşünürken hiç yazarı ne yapıyor ne yazıyor diye bakmadığımdan olan bitenden haberim yoktu. Kitabın yazarı hayatta değilmiş maalesef, ben de bunu Özden (dendeninyorungesi) abladan öğrendim ve çok üzüldüm. Bu bilgiyi de ekleyerek seri devamının neden gelemeyeceğini söylemiş olalım.

Seri, Sinclair kardeşlerin sorumsuzca geçirdiği hayatlarında dahil oldukları kargaşalarla edindikleri Yedi Ölümcül Günah'ın adı duyan babalarının evlilik ültimatomunu dayatmasını konu alıyor. Dük'ün isteği gayet anlaşılır ve kardeşlerin yerine getirmesini bekliyordur. Aile kurmaları için verilen süre ise kısıtlıdır. En kısa zamanda evlenmeleri gerekir.

Leydi Ivy de payına düşeni alır. Babası Dük Londra'ya bir sonraki gelişinde, onu nişanlı olarak bulmazsa  kapı dışarı edeceği konusunda uyardığında yapabileceği en hızlı şekilde koca bulmaktır. Hem geleceğini güvende tutmasında yardımcı olacak, hem de gönlünü kaptırdığı (o öyle sanıyor tabi! 🤭) Lord Tinsdale'den evlilik teklifi beklemektedir. Kızımız kendine güveniyor, güzel alımlı kıvrak bir zekaya da sahip fakat bir şeyler yolunda gitmiyor. Bir sonraki davette karşılaştıkları Lord onu pek dikkate almaz ve kasabanın en güzel (güzellik göreceli bence ama neyse sen bilirsin lordum 😒) leydisine kur yapıyor. Ivy şok tabi, ne yapsın ne yapsın. Kısıtlı süresiyle bir de olacak iş mi bu, hemen bir plan yapar. Bir erkeğin dikkatini çekecek tek etken rakiptir, elinden kaybettiğini anladığında peşine düşecektir, işte Ivy'nin planı da bu, anladınız değil mi? *sinsice güler*


Kıskançlığın kıskacında olan Ivy hemen bir rakip damat adayı bulmaya koyulur ve işler o andan itibaren değişir. Ivy aldığı yardımla birlikte yerel tiyatrodan bir oyuncu ile anlaşır. Son derece yakışıklı olan Dominic Sheridan'dan epey bir etkilenir fakat asıl amaçtan sapmamalıdır. Gizemli Counterton Markisi ile görünüp dikkatleri üzerine çekerek, hedefindeki Tinsdale'yi kıskandırıp içinde barındırdığını umduğu duyguları harekete geçirmek ister. Bir söz vardı, ava giderken avlanmak, pek uymasa da kızımız avcı iken yemine aşık mı oluyor ne! 🤭

Dominic bu uçarı leydinin sözlerinden elbette etkilenir ki teklifini de kabul eder. Kızıl güzelin  oynadığı oyun bir hayli ilgisini çekmiştir. Tabi adamımız bu oyunda ne kadar ileri götüreceğini görmek için meraka kapılır ve oyuna ortak olur. Bulunduğu konum dolayısı ile soylulardan biri gibi görünmek yasa dışıdır, o dönem için ama bu teklifi kabul edip oyunu oynamaktan da kendini geri çekmez. Ancak zamanla şartlar ve duyguları değişir, artık oyunla gerçek karışmıştır. Dominic, Ivy ile kendisi istediği için bu oyunu sürdürür. Her ne kadar kızımız ilgisinin sebebi olan duyguları kabul etmekte bir tık zorlansa da zamanla Dominic'in onu koruması hoşuna da gider. Birlikte olmaları için ikisini de özgür kalmaları gerekir, ama o özgürlüğün biletinin ne olduğunu henüz adamımız bilmemektedir.

Kitabı bitirip son sayfayı çevirdiğimde karakterlerin mutlu finaline karşı sevindiğimi o sona ulaşmalarına karşı memnun olduğumu hissettim. Konu ya da anlatım olarak daha usta kalemlerden daha hafızalara kazınan kitaplar okuduğumuz için yeterli tatmin durumu olmasa da benim için keyifli bir okumaydı.

Gel gelelim verdiğim 4 puana... Sebebim ise tamamen Dominic Sheridan, bu adam kalbimi çaldı, çaldıııı çaldııııı aa dostlar! Ivy çok şanslısın bacım. Bu arada üçlü set, Amazon.tr de indirimde almak isteyen bu fırsatı kaçırmasın. Tek kitap parasına üç kitap alacaksınız. Yorumumu buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler. Kitapla, en çokta sevgiyle kalın.
Gerçek Aşk İçin Verilecek Savaşta En Büyük Düşman Kıskançlıktır
Leydi Ivy Sinclair ve kardeşleri Londra'da "Yedi Ölümcül Günah" adıyla tanınmaktadır. Ivy'nin günahıysa kıskançlıktır. Babası onu ve kardeşlerini evden atmış ve kendilerine çekidüzen vermezlerse mirastan pay alamayacaklarını söylemiştir. Ivy de babasının gözüne girebilmek için Lord Tinsdale'la evlenmeye karar verir.
Fakat Tinsdale son zamanlarda ilgisini başka bir kadına yöneltmiştir. Ivy onu geri kazanmak için bir plan yapar: Esrarengiz yeni Counterton Markisi'nin yerine geçecek olan aktör Dominic Sheridan'la anlaşır ve Tinsdale'ı kıskandırmak için harekete geçer.
Dominic Sheridan'ın ise yeni geldiği Londra'da gerçekten beğendiği tek şey olan Ivy'ye dair tutku dolu planları vardır. İki genç günahların en kötüsünü alt edip gerçek aşka ulaşabilecek midir?
"Caskie hikâyelerini, hayranlarını büyülemeyi garantileyen bir duygusallık ve mizah karışımıyla tatlandırıyor."
-Romantic Times Book Reviews-
(Tanıtım Bülteninden)

☆☆☆

Seven Deadly Sins Serisi
#2 The Most Wicked of Sins / Aşk Esiri
#3 The Duke's Night of Sin / Aşk Gecesi

Kaybettiğimiz Işık - Jill Santopolo | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Light We Lost
Kitap Adı : Kaybettiğimiz Işık
Yazar Adı :  Jill Santopolo
Seri Bilgisi : ☆
Çevirmeni : Meriç Keleş
Sayfa Sayısı : 348
Yayınevi : Dex Yayınevi
Baskı Yılı : 2017
Kitaba Puanım : 4/5
Epey zaman olmuştur, bir kitap yüzünden kendimi bu kadar depresif hissetmeyeli...

Lucy ve Gabe'in aşk hikayeleri yarım kalmış bir hikâyeydi, tamamlanmak için yeterli istek belki yoktu fakat sonsuza kadar da devam edeceği bir kesindi. Alınan yanlış kararlar sıra dizisiyle ilerlerken, çıkmaz bir sokağa çıktı yolları, ayrılıksa kaçınılmaz olandı. 

Aşkın karmaşık olmasına dair birçok çıkarımlar var, aslında karmaşık olan insanken hissettiği duygunun karmaşık hâle gelmesinin de sebebidir. Bazı kitaplar mutlu sonsuz şekilde biter, bazıları ise sizi bir düğüm haline getirerek bırakır. Kaybettiğimiz Işık tamamen böyle bir kitaptı işte. Saf temiz duygular vardı fakat birbirleri için çarpması gereken kalplerin yolu bir çizilmemişti bu hikayede. Daha gerçekçi bir yanıyla tanışırken karakterlerle, yaşadıklarına şahitlik ettik okurken.

Gabe ile geçirdiği ilk günü hiçbir zaman unutamıyor Lucy, unutması zor bir gün yaşamış olmaları da unutulmaz kılıyor, o günü.  11 Eylül ikiz kulelere saldırı yaşandığı tarihte ikilimiz dersin ortasında olaydan haberdar oluyor. Yaşadıkları korku endişe yanında içlerini saran farklı bir duyguyu da beraberinde getiriyor. Telefonlar çekmiyor tabi, iletişim de kısıtlı, bilinmezliğin ortasında gibi Gabe ve Lucy birlikte bu kapana kısılmış ruh halini paylaşıyor. Gabe'in yurt odasına gidip vakit geçirmek mantıklı geliyor, eh ondan sonra oluyor zaten ne oluyorsa. Lucy açıklanamaz bir şekilde Gabe'e çekiliyor, bağlanıyor, aşık oluyor! Fakat Gabe'in hayatında olanlara bir yerde hayır diyemiyor oluşu bu ilişkinin o zamanlar oluşmasına engel oluyor. Eski sevgilisi ile devam ediyor yoluna Gabe ve aradan uzun zaman geçiyor. Lucy yetişkin bir kadın oluyor, o toy heyecanlı genç kız değil belki ama tesadüfi karşılaştıkları zaman yeniden o kız olabiliyor. Bu yüzden yıllar sonra bir barda tam da doğum gününde tekrar karşısına çıkınca kendini ondan esirgeyemiyor Lucy ve birbirlerine şans vererek çıkmaya başlıyor.

Birlikte çok eğleniyorlar, ruh eşi olduklarını düşünüyorlar, birçok konuda birbirlerine danışarak hareket ediyorlar. Ama mutlular mı diye sorarsak, Lucy için evet olan cevap Gabe için değil maalesef. 

Kendi iç dünyasında karmaşayı yaşarken Gabe, kendi benliğini bulmak adına aldığı kararları kendine saklıyor. Geri kalan hayatında ne yapmak istediğine emin olup ülke ülke gezerek en kritik anları ölümsüz kılmak istiyor, fotoğrafçılık onun kendini bulma yolundaki en hayati adım fakat bunu Lucy'ye her şey onaylanınca bahsediyor. Bu elbette Lucy için için bir yıkım demek oluyor. Ve farkına varıyor ki Gabe, tek başına kurduğu hayallerinde ona bir yer vermiyor. Böylece ayrılık kaçınılmaz oluyor. Aslında bütün bunların da bağlandığı bir sebep var, tabi korkaklık ederek kendini sevdiğin kişiden sakınmak yerine, korkuların sorunların üzerine giderek bir hayat paylaşmış olsalardı sonları mutlu biterdi. Gel gelelim temelde yatan önemli sebep ne? Babası o çocukken annesini terk edip gitmiş, kendine öncelik tanımış hayallerine öncelik vermiş ve geride kalanlara önem vermemiş. Gabe de öyle olmaktan çok korkuyor fakat önünde sonunda tam olarak korktuğu gerçek oluyor, o da babası gibi davranıyor. Bundandır ki kendini en iyi ifade ettiği yeteneğine sarılıyor, fotoğrafçılık onun için büyük bir tutku hâlini alalıyor.


Ayrılık sonrası kendini toparlaması zaman alıyor Lucy'nin, bir süre o acıyı yaşıyor fakat sonrasında böyle devam edemeyeceğine karar vererek yoluna bakıyor. Karşısına Darren çıkıyor... Başlarda arkadaş oluyor ikili ve temkinli ilerlemek istiyorlar, daha sonrasında beraber yaşıyorlar. Darren çok planlı bir adam işinde gücünde ve Lucy'i seviyor. Fakat Gabe ile bariz farkları da var. Mesela Gabe, Lucy'nin işinde desteğini hissettirerek ağzından çıkan her kelimeyi can kulağı ile dinleyip fikir verirken, Darren ise aa ne güzel sen yaparsın şeklinde geçiştiriyor.

Lucy, Darren ile evleniyor ama Gabe'i hiç unutamıyor, asla irtibatı kesmiyor; ondan gelen en ufak habere sıkıca tutunuyor. Çünkü Lucy Gabe'e âşıktı, Darren'i ise yalnızca sevdi. Bundandır ki hayatı boyunca bir bumerang misali ona geri dönmeye devam ediyor.

Beni epey sarsan bir kitaptı, dediğim gibi uzu bir zaman sonrasında bu kadar etkileyici bir kitap okudum. Gönül isterdi farklı olsun hikayeleri, mutlu sonsuz olsun ama olmadı. Kitabın dokunaklı hikayesi, karakterleri dünleri bugünü ve yarını, kurgunun yazımını ve ilerleyişi aşaması her bir detayı beni çok etkiledi. Ve finali kalbimi kırdı, bir miktar gözyaşı dökmüş bile olabilirim tabi.

Kendinden daha çok sevdiğine odaklanan, fedakâr Lucy, kendini bulacak diye hayatındaki en değerli şeyi elinden kaçıran ahmak Gabe ve sabırlı ve sakin bir hayat sunan sevgi dolu Darren bu yolculukta unutulmaz karakterler olarak hafizamdaki yerini aldı.

Tek bir şikayetim olabilir kitaba karşı daha uzun hâli ve o sonun değişmesi. Sonradan neler olacak diye epey kafa patlatıp hayaller kurdurdu. Kitabı okumanızı gerçekten öneririm. Yorumumun bu satırına kadar okuduğunuz için teşekkürler, kitapla ve sevgiyle kalın.

Kaybettiğimiz Işık Kitap Açıklaması
Aşk Hikâyesi, Bir Gün ve Senden Önce Ben’i bir öyküde buluşturan, kısa zamanda tüm dünyada büyük bir okur kitlesi kazanan Kaybettiğimiz Işık hüzünlü bir aşk masalını inanılmaz bir sonla noktalıyor.

Kararınla içimi parçalamıştın... yaşanan onca şeyden sonra hâlâ kanıyor..
İki aşk, iki yaşam.
Biri ona ilham verdi, onu gerçekten anlayıp cesaretlendirdi. Diğeriyse ona güvenli bir gelecek sundu, koruyup kolladı onu. Lucy korkunç bir karar vermek zorundaydı. Seçimini yapmadan önce hikâyesini en başından anlatmaya başladı...

Dünyanın kaderinin değiştiği günlerden birinde, 11 Eylül'de bir üniversitenin kampüsünde tanışmıştı Lucy ile Gabe.

Tıpkı tüm dünya gibi onların da yaşamı o kısacık anda değişiverdi. O gün anlamlı bir hayatları olması için, dünyaya bir şeyler katacaklarına söz verdiler. Bir yıl sonra tekrar karşılaştıklarında birbirlerinin hayatlarının anlamı olmak istediler. Ne yazık ki aşkları Gabe’i durduramadı; Orta Doğu’ya gitmeyi seçti, büyüklere acının hikâyelerini anlatabilmek için. Lucy de New York’ta kalmayı seçti, çocuklara mutluluğun hikâyelerini anlatabilmek için... Fakat ikisinin hikâyesi bitmedi, yazılmaya devam etti.
(Tanıtım Bülteninden)