Çamurda Açan Nilüferler - Heather B. Moore | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Paper Daughters of Chinatown
Kitap Adı : Çamurda Açan Nilüferler
Yazar Adı : Heather B. Moore
Seri Bilgisi : ☆
Çevirmeni : Oğuz Barış 
Sayfa Sayısı : 392
Yayınevi : Arkadya Yayınları
Baskı Yılı : 2022
Kitaba Puanım : 5/5
Ne kadar harap olmuş olursa olsun, her ruh kurtarılmaya değerdir…
 
1800’lü yılların sonunda Çin’i kasıp kavuran iç ve dış savaşların getirdiği yıkımdan nasibini fazlasıyla alan gencecik Mei Lien, önce babasını sonra da çocukluğundan beri günün birinde evlenme hayalleri kurduğu nişanlısını kaybetmiştir. Zavallı, yaşlı annesiyle yapayalnız kalınca hayata tutunabilmek, özellikle de bu dünyadaki tek varlığı olan annesini hayatta tutabilmek için bir çöpçatanla anlaşma yapmayı kabul eder. Böylece ödenecek parayla hem annesini kurtarabilecek hem de Altın Dağı ismini verdikleri o uzak ama bereketli topraklarda zengin bir adamla düzgün bir evlilik yapabilecektir. Ancak annesinden yadigâr gelinliği ve el değmemiş hayalleriyle çıktığı bu yolculuk, onu gerçekleşen bir rüya yerine en kötü kâbuslarından birine götürür ve sonunda kendini bir eş değil bir köle olarak bulur. Çin Mahallesi’ndeki en karanlık yerlerden birinde açlığa, susuzluğa ve birbirinden beter işkencelere katlanırken, umut ışığının hemen yanı başında olduğundan habersizdir.
 
İyi bir ailenin kızlarından biri olan Donaldina Cameron ise nişanının bozulmasının ardından, kafasını toparlayabilmek için öğretmenlik yapmak üzere San Francisco’daki bir kız yurduna gider. Planı kızlara bir süre dikiş nakış öğretip evine geri dönmektir fakat çok geçmeden yurdun hiç de sandığı gibi bir yer olmadığını fark eder. Yurtta kalan tüm kızların Donaldina’nın hayal edebileceğinden çok daha acı dolu hikâyeleri vardır, dahası onları bu kötü kadere sürükleyen karanlık hâlâ şehrin sokaklarında kol gezmekte ve onlar gibi yüzlerce genç kızı daha tehlikeye atmaktadır. Peki, henüz kendisi de gencecik bir kadın olan Donaldina, kalpten bağlandığı bu kızları kurtarabilmek için gelecek güzel günlerini, hatta belki de tüm hayatını feda etmeye gerçekten hazır mıdır?
 
Tarihin tozlu sayfalarında gizli kalmış gerçek hayat hikâyelerinden esinlenilerek kaleme alınan Çamurda Açan Nilüferler, umudun ve sevginin en derin yaraları bile sarabileceğini bizlere bir kez daha hatırlatıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Bu hayatta kadın olmak öyle çetin öyle dikenli yollardan geçmeli zorluklarla doludur ki, her durumda haksız çıkarılıp çeşitli istismarlarda bulunuluyor. Hangi dönem olursa olsun ya da hangi ülke kadınsa bir de güçsüz görülürse her türlü zorbalığı reva görüyorlar. Bu gerçeği tüm çıplaklığıyla birlikte Heather B. Moore, Çamurda Açan Nilüferler kitabında gözler önüne seriyor. Biz okurlar da tüm duyguları dibine kadar yaşayarak hissederek satır satır okuyoruz.

Son sayfayı çevirip de kapağı kapattığımda boğazıma yerleşen düğümle veda ettim kitaba. Okuduğum satırlardan sızan o duygular gözlerimi doldurup kimi zaman da nefessiz kalmama sebep oldu. Dedim ki kendi kendime, neden bunları yaşatıyorlar ve neden insan olaral huzurla güvenle mutlulukla huzurla bir hayat sürmüyor da çeşitli acılarla yoğruluyoruz. Bu çok canıma dokunuyor.

Çamurda Açan Nilüferler bizleri 1800'lü yıllara götürüyor, bu sefer şaşalı balolar ufak dram ardından kavuşulan sonsuz aşklar yok. Daha çok gerçeği yansıtan olaylar, yüreğe dokunan dramlar, ağlatacak hikayelere ev sahipliği yapıyor. O yılların acımasız yüzünü gösteriyor kısaca. Mesela Çinli kızların ve genç kadınların fuhuştan, kölelikten ve tacize uğramasından bahsediyor içimizi deşerek. Oysa ki hayaller bambaşka oluyor, tek isteği o çok sevdiği nişanlısı ile evlenmekken neler neler yaşıyor da görüyor. İnsan bu, çiğ süt emmiş temelinde bir yerlerde vardır bir kötülük diye bir cümle vardır ya halk arasında kulaktan kulağa ulaşan. Kötü insan kötüdür işte, iyiler ise aralarda yitip gidiyor yok ediliyor...

Kitabın başlarında geçen bir cümle var, onu da eklemek isterim. "Çin'den buraya Amerika'da iyi bir evlilik yapacaklarına dair vaatlerle getirmişler. Ancak bu vaatler birer yalandan ibaret. Genç kızlar ya evlere köle olarak satılmış ya da fuhuşa zorlanmışlar." Bu o kadar korkunç o kadar can yakan bir kabus ki, insanların bunları zamanında yaşamış olması ve dünyada hâlâ bir yerlerde benzeri durumların yaşanıyor olması kan donduruyor.

Donaldina (Dolly), çalışmaya başladığı kız yurdunda karşılaştığı durumlarda aynı reaksiyonu veriyor; boğazı düğümleniyor, yutkunamıyor, üzülüyor, korkuyor tıpkı kitabi okuyan biz okurlar gibi davranıyor, içi eziliyor. Gördükleri *çocukların yüzüne yansıyan korkuları, konuşmaka güçlük çekip kaçması vs*, duydukları onu fena halde etkiliyor. Oysa tek isteği dikiş nakış öğretmekti aslında fakat başka şeylere şahit oluyor. Çok da fazla şu oldu bu oldu diye detaylandırmak istemiyorum, çünkü okuyarak, yo hayır okurken yaşayarak kendinizin tecrübe etmesi gereken satırlara sahip kitap. Mutlaka o şansı vermelisiniz.

Özetle çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Öyle ki hikayeye girmesi ilk satırdan itibaren kolay oldu. Hele de karakterleri tanıdıkça bahsedilen kadınların hayatlarını okudukça kapıldım gittim. Bu kitap içinde barındırdığı pek çok duyguyu açığa çıkarıyor, okuruna sunuyor. 

Donaldina Cameron'a hayran kaldım, hayran olunası bir kadındı.  İstismara uğramış yardıma ihtiyacı olan bu kızlara ve kadınların hayatına dokunduğu, sadece bir eğitim vermekle kalmayarak  yaşam becerileri öğrettiği, yeniden güvenmelerini sağladığı, düştüklerinde tutunabilecekleri dal olduğu, kimsesizken onları yalnız bırakmadığı için hayranım ona. Hayatını adayarak onları koruyup kolladığı için minnettarım.  İnanılmaz bir hikaye kaleme almış Heather B. Moore, ille de okuyunuz, ille de tüm duyguları yaşayınız.

Buz Prenses - Elizabeth Hoyt | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Ice Princess
Kitap Adı : Buz Prenses
Yazar Adı : Elizabeth Hoyt
Seri Bilgisi : Princes Serisi #3,5
Çevirmeni : Ceylan Aldemir Down
Sayfa Sayısı : 112
Yayınevi : Pegasus Yayınları 
Baskı Yılı : 2014
Kitaba Puanım : 4/5
YEDİ GÜNAH DOLU GECE
Londra'nın en kötü şöhretli evi Afrodit'in Mağarası'nı işleten Coral Smythe, erkeklerin ihtiyaç ve tutkularına dair her şeyi bilmektedir. Fakat tek bir erkeğin bile sevgisini hissetmemiştir… Özellikle de kartal gibi gözleriyle onu kınayan fakat gizliden gizliye arzulayan Kaptan Isaac Wargate'in sevgisini.

YEDİ ZEVK DOLU GECE
Kaptan Wargate, gemi tayfasını baştan çıkaran bu altın maskeli kadını ayıplamaktadır.
Ancak Coral bir kart oyununda ödül olarak ortaya konunca, Wargate kendine engel olamayıp oyuna katılır… ve kazanır.

YEDİ AŞK DOLU GECE
Artık tutucu donanma kaptanının bu gizemli kadın hakkında bir şeyler öğrenebilmesi için sadece yedi gecesi vardır. Peki Coral, Afrodit'in Mağarası'nın yeni sahibi tarafından tehdit edilince Wargate maskenin ardındaki kadına… ve aşka bir şans tanıyacak mıdır?

"Hoyt gerçek olamayacak kadar güzel öyküler yazıyor."
-Lisa Kleypas-
(Tanıtım Bülteninden)
Tarihi aşk ben de bir tutku, beni içine çekebilecek sürükleyip peşine götürebilecek kitaplara, bunları yazan yazarlara aşığım. Elizabeht Hoyt da kalemini sevdiğim listemde ilk beşte yer alan yazarlardan biri. Prensler üçlemesi serisinde ben de yerk ayrı, hele de Çirkinin Aşığı. Serinin novel kitabı olan bu kısacık kitap da sevdiklerim arasında yerini alıyor tabi ki.

Londra'nın kötü şöhretli genelevinin Afroditi Coral ile daha önce tanıştık. Kısacık bir yerde görünüp kaybolan bu güzellik yazarın da içine sinmemiş ki kısa da olsa bir kitap olarak karşımıza yeniden çıkıyor. Kızımızın başı şu aralar biraz sıkışık, bela peşindedir. İçinde bulunduğu zor durum dolayısıyle borç almak zorunda kalmış ve hamle sonrasında biraz dert içinde.  Borçlu olduğu kişinin hem kendisini hem de genelevini kontrol etmeye çalışması ise büyük sorun. Bir kart oyununda ödül olarak konması ise tahmin edemeyeceği bir şeydir.

Esas adamımıza gelelim, Kaptan Isaac, İngiliz beyefendisidir. Dul olan elamanımızın neredeyse bir aziz gibi yaşamaktadır. Yolu bir gün Carol'un olduğu geneleve düşer fakat orada bulunma amacı ise karadayken denizlerini kontrol etmek ve taşkınlık çıkarmasını engellemektir. Karşılaştığı kadın nefesini keser, nutku tutulur, derin bir arzu duyar, yavaş yavaş aşık olmaktan kendini alamaz.

Kart oyununda şansını dener, kazandığı tek şey çok para olmaz, yanında bu cesur içini titreten kadın da onundur. Ve işler olmadığı kadar ilginç hale gelir.

Kısacık bir roman olmasına rağmen gerek olay örgüsü gerek karakterleri her bir kelimesi, her cümlesi, kıvrımları beni heyecanlandırmaya yetti. Bunun kısa roman yerine uzunca yazılmış 400  500 sayfalar süren bir roman olmasını dilerdim çünkü kurgu karakterler hikaye bunu hak ediyordu. Yine Hoyt kalemi, yine bizi kendine hayran bıraktırdığı kalemiyle bayıldım bayıldım sevdim. Şöyle bir son cümle yakışır hem yorumuma hem de kitaba; "Kötülük ve çirkinliğin dolduğu dünyada gerçek olan 'aşk' her şeyin üstesinden gelir."

Son Ejderha - Eoin Colfer | Kitap Yorumu


Özgün Adı : Highfire
Kitap Adı : Son Ejderha
Yazar Adı : Eoin Colfer
Seri Bilgisi : ☆
Çevirmeni : Çiğdem Köfüncü
Sayfa Sayısı : 376
Yayınevi : Artemis Yayınları
Baskı Yılı : 2022
Kitaba Puanım : 4/5

O, türünün son örneği.
Son ejderha.
Hayatta kalmasını insanlardan umudu kesmesine borçlu.

Bir zamanlar gökyüzünde uçup hak edenleri kavuran ihtiyar ejderha Wyvern -ya da bugünlerdeki adıyla Vern- şimdi bataklıkta tur teknelerinden saklanıp balıkçı kulübesindeki koltuğundan başını sadece votkasını yudumlamak ve Netflix izlemek için kaldırıyor. Geçmişin muhteşem ateş püskürtücüsü artık ateşini yalnızca sigarasını yakmak için kullanıyor.

Ancak her güzel şey ve her şişenin dibi gibi yüzyıllık huzurun da bir sonu var. On beş yaşındaki beceriksiz ve sakar Everett Moreau, annesinin kalbini kırmadan hayatta kalmaya çabalarken bir suça tanık oluyor ve yozlaşmış polis memuru Regence Hooke ile karşı karşıya geliyor. İkisi arasındaki kovalamaca sırasında varlığı ortaya çıkan ejderha, şimdi ateşli bir karşılaşmanın kahramanı olacak. Vern’ün parlak günleri geride kaldı. Yoksa bir kıvılcım yine o ihtişamı yakalamaya yeter mi?

Son Ejderha, Louisiana bataklıklarında yaşayan, votka düşkünü, Flashdance hayranı bir ejderhanın komik, hız kesmeyen, kavurucu macerası.

20 milyondan fazla okunan macera serisi “Artemis Fowl”un New York Times çok satan yazarı Eoin Colfer, ilk kez yetişkinler için kaleme aldığı romanı Son Ejderha ile yine çok eğlenceli.
(Tanıtım Bülteninden)
Fantastik kitaplarda alışık olduğumuz karakterlere benzemeyen bir karakterle karşı karşıyayız a dostlar. Dünyayı kiyametten kurtaran bir ergen yok elbette, yani kitapta bir ergen var ama esas karakter olan o değil, öteki. Ve hayır bin yıl yaşamış da değil, tamam uzun bir ömrü var da konu o değil 🤭 

Son Ejderha kitabıyla birlikte kendimizi New Orleans buluyoruz. Bizi karşılayan hikayede yalnızlığıyla barışık, depresif eski bir ejderha Wyvern ile tanışıyoruz. Türünün geriye kalan en sonuncusu muhtemeldir ki dünyadaki son ejderha da olabilir. İnsanlar ile anlaşması zor, elle tutulur bir sebebe de sahip, bitme noktasına gelen türünün nedeni de insanlar, bundan dolayı nefret ediyor. Bu yüzden herkesten ve her şeyden uzak kendine ait kurdugu dünyasında izole şekilde bir bataklıkta yaşıyor. *Daha doğru bir tabirle buna katlanıyor diyebiliriz.* Netflix izleyerek gelişigüzel vakit geçiriyor, Absolut Votka'ya olan merakı da aşırı bir şekilde, kendi halinde ve kendiyle takılıyor.

Sonrasında işte yolu 15 yaşındaki Everett Moreau ile kesişiyor. Kanı deli akan ergenliğinin zirvesindeki arkadaşımız biraz İrlandalı biraz Teksaslı bir çocuk, üstelik son derece de sorunlu bir tip kendisi. Deli fişek karakterimiz Squib, bekar annesiyle birlikte yaşıyor, hayatındaki en büyük eksikliği ise de baba figürü. Suça eğilimi olması ya da hayata karşı tavrının kaynağı da baba eksikliği. Bundandır ki burnu dertten kurtulmuyor tabi. Bela mı onu çekiyor yoksa o mu belaya davet çıkarıyor derseniz kendini bir anda talihsiz olayın içinde tehlikede buluyor. Tam orada da Vern devreye giriyor.

Bir de suçluları adalete teslim etmek için yanıp tutuşan bir polis memurumuz var, Regence Hooke. Bunun aslında bir paravan olduğunu, tersine suça bulaşan suçlularla ortaklığı olan bir kartel ajanı kendisi. *puşt!* 😑 Kendi pislikleri ortaya dökülmesin isteyen Hooke, çok şey bildiği için ortadan kaldırılması gereken bir tehdit olarak gördüğü Squib'in peşine düşer.
Huysuz ejderhamiz, her şeyin sebebi olan insanlardan o kadar da nefret etmediğini fark eder ve Squib için mücadele ederek kazanır. Sonrası ise artık kitapta işte. Maceralar maceralar uuu neler neler. 😏

Eoin Colfer kalemini Son Ejderha kitabıyla tanıdım ve tarzını tam olarak bilmiyor olsam da bu kitapla emin olduğum kadarı, komik bir yetişkin fantezisi yazmış olduğunu söyleyebilirim. Daha önce yazarın çıkan kitaplarından okuma fırsatım olmamıştı ama bundan sonra okumak isteyeceğim bir yazar kendisi. Kendine has bir anlatımı eğlenceli bir kalemi var. Keza karakterleri de öyle. Zeki, espirili, eğlenceli karakterleri okurken sıkmıyor. Macerası aksiyonu dozunda sayfalar su gibi akıp gidiyor. Hele ki Vern'in, bitmeyen iğneleyici yorumları ve kitabın genel havasına uyan asık suratlı tavrıyla kesinlikle favori karakter oldu benim için. Kahramanların cinayet, uyuşturucu ve kötü adamlarla olan mücadelesini mizah harmanlanmasıyla karşımıza çıkmasını ve okumayı çok sevdim. 😍

Fantastik sevenlerin keyifle okuyacağı bir serüven Son Ejderha, hatta okuması gereken bir kitap. Okuyup eğlenin, keyif garanti. 😉

Aşk Gecesi - Kathryn Caskie | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Duke's Night of Sin
Kitap Adı : Aşk Gecesi
Yazar Adı : Kathryn Caskie
Seri Bilgisi : Seven Deadly Sins Serisi 3
Çevirmeni : Gizem Onat
Sayfa Sayısı : 272
Yayınevi : Pegasus Yayınları
Baskı Yılı : 2016
Kitaba Puanım : 3/5
Karanlıkta Filizlenen Aşkların Bedeli Ağırdır

Leydi Siusan Sinclair sosyetenin diline düşmüş yedi kardeşten biridir. Babaları, Yedi Ölümcül Günah olarak bilinen Sinclair Kardeşler'i yola gelinceye kadar evden kovmuştur. Siusan hayatını düzene sokmaya karar vermişken gecenin karanlığında yakışıklı bir yabancıyla karşılaşır. Bu yabancı, unvanını yeni elde etmiş Exeter Dükü'dür.

Karanlıkta yaşananların sonuçlarını kaldıramayacağını düşünen Siusan, genç hanımefendilerin yetiştirildiği bir okulda saklanmaya karar verir. Siusan öğretmenlik rolünü üstlenmişken Exeter Dükü de onun peşine düşmüştür. Ailelerinin itibarını korumakla yükümlü genç âşıklar mutluluğu yakalayabilecek midir?

"Caskie'nin zekâsı krallık tacının mücevherleri kadar parlak."
-Christina Dodd, New York Times çoksatan yazarı-

"Büyüleyici; ustalıkla anlatılmış bir aşk hikâyesi."
-Romantic Times-
(Tanıtım Bülteninden)

Yazarın yazmış olduğu Yedi Ölümcül Günah Serisindeki üçüncü ve maalesef ki son kitabı. Üç kitap arasında işte benim favorim diyebileceğim bir kitap yok ama bu tarz kitaplar merak edenlere başlangıç kitabı olarak sevebilecekleri kurgu olduğunu söyleyebilirim. Keşke yazarın ömrü yetseydi de kaleminin ve hayal dünyasının gelişimini serideki kitapları okurken tanıklık edebilseydik. Kitaplar keyifli, hikayeler klişe olsa da merak uyandırıcı oldukça güzel şekillenen bir dizi olaylara da sahip. Serinin üçüncü kitabında bizi karşılayan kardeş ise Suisan Sinclair ve onun hikayesindeki mutlu sona giden yolunu okuyoruz.

Yorumuma geçmeden önce, temel hikayeyi bir hatırlayalım mı? Yedi Ölümcül Günah olarak bilinen yedi kardeşin, birbirinden merak uyandıran hikayeleri. Babaları kötü şöhretlerinden dolayı onları evden kovar ve bir ultimatom verir. Eğer ki düzgün bir hayata sahip olup evlenebilirlerse onun ismine ve parasına layık olduklarına ikna olacak, tekrar kabul edecektir. Her bir kardeş kendi hikayesindeki yolculuğa çıkar ve sonrasında kendi mutlu sonuna koşur. Evet, Kathryn Caskie'in bize sunduğu tema bu ve kitaplarda karşılaştığımız her bir karakterin kendi hayatlarındaki dokunuşlarını okuyoruz.

Nişanlısın ölüm yıl dönümünde olmak istemediği bir baloda mutsuz şekilde bulunurken boğulduğunu hissederek temiz hava almak adına dışarı çıkar. Adımları onu karanlık bir kütüphaneye sürükler. Nerede olduğunu tam çıkaramadan aklında olmayacak şey başına gelir. Bir adam çıka gelir ve hem huzurunu hem de sessizliğini bozup onu yanlış anlayarak bir takım eylemlerde bulunur. 🤭 

Şaşkın ve saf kızımız durumdan sıyrılıp odadan dışarı fırlar, bizim esrarengiz adamımız ise bu kadının kim olduğunu merak eder. Dük beyimiz, kütüphanesinde yakınlaştığı kızın tanışması gereken kişi olmadığı aksine bir hanımefendi olduğunu dahası balosunda, evinde misafir olduğunu öğrenecektir.

Kütüphaneden daha doğrusu yanından kaçarken giden kadının sadece sırtını gören Dükümüz, yakınlaştığı bir şeyler paylaştığı kadını bulmak, yaptığı yanlışı düzeltmek özür dilemek ister. Bir sorun vardır, yüzünü görmemiştir ve adını da doğal olarak bilmiyordur. Peki bütün bunları nasıl yapacaktır? İşte orada devreye giren ise kaderdir, kader. 😎

Tembel olmakla övünen leydimiz Siusan itibarı mahvolmanın eşiğine gelene kadar bulunduğu durumdan gurur duyuyordur. Dedikodulardan kaçmak, dedikodu yapanların da onu unutmasına yetecek kadar uzun süre ortalardan kayboluyor. Saklanmak için de kendine güzel bir yer buluyor, genç leydilerin gittiği  özel bir okulda bir işe giriyor. Tabi burada ördü kader ağlarını melodisi devreye giriyor, tamam sulandırmadan esas yere geliyorum. Ana karakterimizle tanışıyor diyelim şuna biz. Öğrencilerden birinin amcası aklını bulandırıyor, kalbini meşgul ediyor ve dizlerinin bağını çözüyor. Bu karşılaşmadan önce de ikilinin bir arada olduğu kısa bir "durum" var ve kızımıza da eleman pek bir tanıdık geliyor, ama kime benzetti nerede karşılaştı, onu çıkaramıyor.

Exeter Dükü ile bizim tembel leydinin hikayesini anlatmaya bir son vereyim, merak edip okumak isteyene seriyi önereyim... Hikayelerini okumaktan keyif aldım. Keşke sıradaki kitabı da okuma şansımız olsaydı ama kader. Türün okuruysanız ortalama bulursunuz benim gibi, ama dediğim gibi türe başlamak için seri iyi başlangıç olabilir. Kitabı okurken karakterlerden keyif alacaksınız. İşler zorlaştığında bir araya gelen ve tüm olumsuzluklara direnen iki aşığın sevimli bir hikayesiydi.

🖤🖤🖤

Seven Deadly Sins Serisi;
#3 The Duke's Night of Sin / Aşk Gecesi


Bir Elmanın Yarısı - Sarah Hogle | Kitap Yorumu


Özgün Adı : You Deserve Each Other
Kitap Adı : Bir Elmanın İki Yarısı
Yazar Adı : Sarah Hogle
Seri Bilgisi : ☆
Çevirmeni : Hanife Albayrak
Sayfa Sayısı : 344
Yayınevi : Nemesis Kitap
Baskı Yılı : 2021
Kitaba Puanım : 5/5

Naomi Westfield’ın mükemmel bir nişanlısı var: Nicholas Rose ona kapıları açıyor, sevdiği yemekleri hatırlıyor ve her gelinin hayalini kuracağı sosyetik bir aileden geliyor. Asla kavga etmiyorlar ve her şey yolunda. Naomi’nin nişanlısından nefret etmesi sayılmazsa tabii…

Nicholas’ın da mutluluk numarası yaptığı ortaya çıkınca işler değişiyor. Nişanı bitiren kişi düğün faturasını ödemek hatta evi terk etmek zorunda. Böylece eşek şakaları ve sabotajla dolu duygusal bir savaş başlıyor. Fakat her hamleden sonra nefretlerinin sarsıldığını fark ediyorlar. Çünkü rol yapmak zorunda değiller ve sonunda gerçek kimliklerine bürünebiliyorlar.

Yılın düğününe çok az kaldı!
Sizce çiftimiz sonsuz aşka ulaşabilecek mi?
(Tanıtım Bülteninden)



Yaban Çiçeği Yeniden - Micalea Smeltzer | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Resurrection of Wildflowers
Kitap Adı : Yaban Çiçeği Yeniden
Yazar Adı : Micalea Smeltzer
Seri Bilgisi : Wildflower #2
Çevirmeni : Büşra Tekin
Sayfa Sayısı : 400
Yayınevi : Ren Kitap
Baskı Yılı : 2022
Kitaba Puanım : 4/5
Sevdiklerimiz bizleri terk ederlerdi ama onları hatırladığımız müddetçe yanımızda kalırlardı. Canımızı yaksa ve dayanılmaz bir acı dahi olsa hatırlamak zorundaydık.

••

Çevrileceği haberi geldiği andan beri merakla beklediğim seriydi. Her iki kitabı okuduktan sonra düşündüğüm şuydu; dünyanın her yerinde benzer hayatlar vardı. Yaşanan hiçbir olay hafif değildi, normalleşecek hiçbir durum da yoktu. Seride kızmaktan çok kırıldığım tek nokta aldatma olayıydı, o olmasaydı seriye tam puan verirdim ben.

Kitaba başlarken de okuyan arkadaşlarımdan genelde ikinci kitabı daha çok seveceğim söylenmişti ve evet itiraf edeyim şimdi. Sanırım bu kitabı, ilk kitaptan daha çok beğendim 🫣

Hikayenin en başından beri yüreğe dokunduğunu açık yüreklilikle söyleyebilirim. İlk kitapta Salem genç bir kızdı, çocukken yaşadıkları korkunç anların babasının ölümüyle son bulması, onda bıraktığı hasarı ve eksik hissettiği o baba figürü ile farkında olmadan arayış içinde olması alt satırlardan okuyorduk. İkinci kitap ise kaldığı yerden değil yandığı yerden devam etti. 🤭 Okuması kolay kitaptı ve kısa zaman içerisinde okuyarak bitti ama veda etmesi zor oldu benim için. Bu biraz da karakterleri içselleştirip kendimle bağladığımdan dolayı kopması zordu. Yaban Çiçeği Yeniden de olay örgüsü tahmin edilebilirdi. Ayrılık sonrası bir araya gelecekleri kaçınılmazdı. Karakterlerimiz yakaladıkları ikinci şansı iyi değerlendirerek hayatlarına ona göre yön vereceklerdi ki olması gerekendi.
İlk kitapta yaşanan bir ayrılık vardı ve finalde öğrendiğimiz önemli detay da Salem'in hamile oluşuydu. İkinci kitapta altı yıl kadar bir zaman atlaması yaşanıyor. Salem bizleri yetişkin bir kadın olarak karşılıyor. Benim için şaşırtıcı olan bir detay var ki, kızımızın evli olması. Ben bekâr bir anne olarak çocuğuna tek başına bakma evresini okuruz diye beklerken Caleb ile evlenmiş olarak buldum. Şaşırdığım tek noktası buydu kitapta. Bilindiği üzere Salem'in annesi kansere yakalanıyordu ve iyileşerek ilk kitapta bitiyordu bu olay. Fakat bu kötü hastalık nüksederek tekrar Allie yeniden hastalanıyor. Hastalığın ilerleyişi, iyileşme şansının olmaması, kötü sonun yakında olması ve bu sürecin çetin olmasıyla birlikte Salem'i zorlu günler bekliyor.

Caleb ve tatlı kızı Seda Boston'da kalırken annesinin yanına ona bakmaya gelir Salem. Ve öğrenir ki onca sene Thayer hiçbir yere gitmemiştir. Oradadır, daha iyi durumdadır ve belki de onu bekliyordur. İlk karşılaşmaları tekrar geçmişte bıraktıkları duygulara sarılmaları derken yakınlaşırken bulur kendilerini ikili. Bu arada Salem ve Caleb boşanmışlardır, sebepleri ise kızımızın aşık olmaması ve Caleb'e haksızlık yapmak istememesidir.

Yalan söylemeyeceğim, ilk birkaç bölüm beni benden aldı. Yüklenen bilgilerle olacakları tahmin etsem de Seda faktörü için bocalamış olabilirim. Özellikle çocuğunun nereye uyum sağladığına dair bir tık daha detay istemedim değil. Seda'yı daha çok okumak istedim ben, muazzam bir çocuk inanılmaz bir karakterdi.
Thayer ve Salem'in sevgisi bu sefer tüm zorlukları aştı. Birbirlerine hak vermeleri, dinlemeleri o kadar hoşuma gitti ki, ben Thayer'in bir kızı olduğunu öğrendiğinde bir çıkıntılık yaparak yine Salem'in kalbini kıracağını düşünmüştüm ama yanıldığım için çok seviniyorum. Benden olumlu ve artı puanlar aldı bundan dolayı. Bu kitapta da ilk kitapta olduğu gibi içinize oturan, beklenen bir olay vardı. Forrest'in ölümü beni etkilediyse, Allie'nin ölümü yıktı. O kısımda ara vererek nefes alma ihtiyacı hissettim. Cidden zordu. O duyguları, o kaybolmuşluğu, kaynın acısını derinlemesine hissettim. Bu bir yazarın başarısıdır ve hakkını teslim etmem gerekir.

Yazarın aileleri, kaderi, kederi ve travmayı işleme biçimini, zor olan konulara değinmesine bayıldım. Bu kitapla Caleb'i daha çok severken, Thayer'ın gözümdeki yeri sağlamlaştı. Dürüst olmak gerekirse, karakterlerin gelişiminden memnun kalırken oldukları kişilere bürünmelerini okumaktan keyif aldım. Caleb'in fedakarlığı, Seda'nın olanca şirinliği, Thayer'in olgunluğu ve eline geçen şansı hak ettiği şekilde değerlendirme çabası, Salem'in gücü, yaşadıkları karşısında metanetli olması, yeniden hayata sıkıca tutunması aşkına ve kendine şans vererek mutlu olması her şekliyle okunması gereken kitaptı benim için. Detaylı yorumumu bloga ayırdığım için kısa bir özet yorumu sizinle paylaşayım dedim. Uyumlu kapak tasarımları, akıcı çevirisi düzeltisi için teşekkür ederim.

Genel olarak sadece kitabı değil seriyi beğendim. Artık her şey düzelmiş ve dengeli ilerliyor. Caleb kendine şans vererek hayatına çeki düzen veriyor, Thayer ve Salem ile birlikte, çocukları ile de mutlu ve sağlıklılar. Eee daha ne olsun. 🥰
“Her şeyin bu kadar karışmasına nasıl izin verdik?”
“Kibir bir noktada herkesi etkisi altına alıyor. Seni de kendimi de bensiz daha iyi olacağın konusunda ikna etmeye çalıştım ve sonunda ikimiz de kırıldık. Yine de benim için o kişi olduğunu biliyordum, seni sevdiğim gibi hiç kimseyi sevemem. Bu yüzden burada sadece ben varım,” dedi eliyle evini işaret ederken, “yalnızım. Bunun cezam olduğuna karar verdim. Gerçek bir şeyin tadına bakmama rağmen onu kendimden iterek reddetmemin cezası.”
Kahverengi gözleri sıcacıktı. İkimizin de henüz söylemeye hazır olmadığı her şey oradaydı.
Beni sevdiğinden bahsetmesine takılmıştım.
“Beni hâlâ seviyor musun, peki?”
“Seni korkutmak istemiyorum.”
Başımı iki yana sallayarak rica edercesine ona döndüm,
“Sadece dürüst olmanı istiyorum.”
“Seni sevmekten hiç vazgeçmedim, Salem.
Bir kez bile. Bir an, bir saniye olsun.”

Wildflower Series;

#2 The Resurrection of Wildflowers / Yaban Çiçeği Yeniden 

 

Bir Aşk Masalı - Elizabeth Hoyt | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Serpent Prince
Kitap Adı : Bir Aşk Masalı
Yazar Adı : Elizabeth Hoyt
Seri Bilgisi : Princes #3
Çevirmeni : Seden Gürel
Sayfa Sayısı : 384
Yayınevi : Pegasus Yayınları
Baskı Yılı : 2011
Kitaba Puanım : 4/5

Elizabeth Hoyt okumaktan en keyif aldığım yazarlardan biridir. Prens serisi üçlemesinde de favorim her ne kadar Çirkinin Aşığı olsa da seri geneli olarak her birini ayrı ayrı severim. Bir Aşk Masalı da gerek karakterleri gerek hikayesi olarak beni içine çekerek kendi serüvenlerine ortak etti ve bundan da büyük bir haz aldım.

Kitabın konusuna gelirsem; Soylu bir aileden gelen Simon Iddesleigh, düşmanları tarafından öldüren abisi Vikont Ethan Iddesleigh'in intikamının peşine düşer. İntikam peşine düşmesinin elle tutulur birçok sebepleri vardır. Abisinin ölümü en güçlü sebep olsa da, masum yengesine atılan iftira, yeğeninin babası hakkında dönen çirkin dedikodu içindeki intikam ateşini körükleyen sebeplerdendir.

Bu çirkin komployu kuran grubu bulacak ve intikamını alacaktır. İntikam listesinde bulunan isimleri tek tek bulup öldürürken aralarından biri ona bir tuzak kurar. Düşmanları önce onu öldürmeye çalıştığında, bu onun için neredeyse korkunç bir şekilde sonuçlanacaktı. Tuzağa düşen Simon ise ölümle burun buruna gelir.

Lucinda Craddock-Hayes babası ile taşrada yaşayan, sade bir hayatı olan genç bir kızdır. Sakin hayatı Simon'u çıplak halde bulduğunda tümden değişir. Bulduğu adam dövülmüş, bıçaklanmış ve ölüme terk edilmiştir. Merhamet duyarak yardım etmek ister ve tek niyeti onu sağlığına kavuşturmaktır. Lucy yardım etmek isterken babası bu duruma sıcak bakmaz, eve almak istemez ama kızını da kıramaz. Ağır yaralı hâlde olan Simon güçlü bünyesi ile kısa sürede toparlar. Yani bunda Lucy'nin şifalı elleri bir etkendir. Tabi bu arada aralarında gelişenler de elde olmayan duygulardır.

Birbirlerinin hayatlarına girdikleri andan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı. Simon orada kaldığı sürede Lucy'nin aklını bulandırarak kanına gireceğinin farkındaydı. Ama henüz  ayrılmaya hazır değildi. Beklemedikleri anda ölmediğini fark eden düşmanları tarafından gelen saldırıyla birlikte daha fazla kalmak onlara zarar vereceği anlamına geldiğini düşünerek harekete geçmesini sağlar. Ayrılık kaçınılmazdır, o esnada gerçek duygular dile gelmez.

Simon gider ve düşmanları ile hesaplaşmada kaldığı yerden devam eder. Lucy ise hayatına devam etmeye karar verir. Tabi bu kararında bir evlilik yoktur, gelebilecek bir teklif istemez ki geleni de reddeder. Onun istediği kişi artık gitmiştir... Tabi Simon intikam hırsı ile kendini tüketirken gerçeklerle de yüzleşir. Gözünü karartan bu intikamla birlikte yanında olan kişilerin de kimlikleri esas düşmanının çok uzakta olmayışı sürpriz olur. Ve bir muhasene içerisine düşer. Kendine bir söz vererek Lucy'e dönmeye karar verir ve döner de. Çok da romantik bir şekilde evlenme teklifinde bulunur. Evlenirler. Hikaye burada bitmez. Evliliklerini bekleyen bir sınavları vardır.

Lucy'in Simon hakkında öğrendikleri, Simon'ın davranışları, içine düştüğü ikilemler... çok güzel yansıtılmıştı kitapta. Hissettiği güçlü aşk bir yana, kocasının tasvip etmediği davranışları ve etik olmayan hareketleri konusunda epey sıkıntı yaşar. İkiliyi bu çalkantılar epey zora sokar.

Kısaca okuduğumuz kitaptaki hikâye son derece dokunaklı bir hikâyeydi. İntikam peşinde olan asilzade beyimizin hırsı ile kavrulmasını, kendi halinde yaşayan taşralı kızımızın sakin hayatının bir anda değişmesini, birbirine zıt iki karakterin aşık olmaları çok güzeldi. Ben hikayeyi sevdim. Prens serisinin tüm kitapları çok güzeldi. Bu türü okuyan herkese Elizabeth Hoyt okumalarını şiddetle öneririm. 
Çirkinin Aşığı ve Kalbimi Sana Verdim'le okurların gönlünde taht kuran Elizabeth Hoyt yeni romanıyla ve nefis anlatımıyla okurlarının gönlünü bir kez daha fethedecek sizi yine kendine hayran bırakacak.

Şeytan Melekle Karşılaştığında

Taşra kızı Lucy Craddock-Hayes sakin geçen hayatından oldukça memnundur. Ta ki yaralı bir adamla çıplak bir yaralı adamla karşılaşıp masumiyetini sonsuza dek kaybedinceye kadar.

Onu Cennete De Sürükleyebilir

Vikont Simon Iddesleigh düşmanları tarafından ölesiye dövülmüştür. Şimdiyse onlardan intikamını almakta kararlıdır. Ancak Lucy onu sağlığına kavuştururken genç kızın kendisine gösterdiği dürüstlük bitkin duygularını altüst eder ve ikisini de yakmakla tehdit eden bir yangını tutuşturur.

Cehenneme De

Genç adamın onuru Lucy'yle birlikte olmasını engellerken düşmanları sevdiği kadın için bir tehdit oluşturmaya başlarlar. Simon düşmanlarıyla olan savaşını sürdüredursun, Lucy de Simon'ın ruhunu kurtarabilmek adına verdiği savaşı elindeki tek silahla kazanmaya çalışmaktadır: Aşkı..

"İnanılmaz güçlü karakterler, gerçekçi bir anlatım ve tutkulu bir aşk hikâyesi."
-Publishers Weekly-

"Romantizm ve entrikanın etkileyici bir karışımı olan Bir Aşk Masalı Hoyt'un tarihî romans türünde verdiği eserler arasında kesinlikle bir mihenk taşı olacak."
-Lettetia Elsasser-

(Tanıtım Bülteninden)

☆☆☆

Princes Series; 
#3 The Serpent Prince / Bir Aşk Masalı
#3.5 The Ice Princess / Buz Prenses

Rosemary Sahili Serisi - Abbi Glines | Kitap Yorumu


Özgün Adı : Fallen Too Far, Never Too Far, Forever Too Far.
Kitap Adı : Tehlikeli Temas, Tehlikeli İçgüdü, Tehlikeli Yemin.
Yazar Adı : Abbi Glines
Seri Bilgisi : Rosemary Beach Series 1 & 2 & 3
Çevirmeni : Derya İmer Aydınlık
Sayfa Sayısı : 256, 272, 272
Yayınevi : Pegasus Yayınları 
Baskı Yılı : Haziran 2015 & Ekim 2015 &  Haziran 2016
Kitaba Puanım : 3/5 - 2/5 - 2/5
Bu üçlemeden anladığım şudur ki, ruh sağlığınız yerinde değilse kendinizle sıkıntınız varsa üremeyin olacaktır. Seri boyunca ortada gezen konular yüzeysel anlatım ne oldu ne bitti ben anlamadım. Gram sevmediğim ve keyif alamadığım ama merak edip 'ay bunun sonunda ne olacak, bakayım' dediğim seri yorumunu sizinle paylaşacağım.

Öncelikle, yazara söylemek istediklerim var. Neden? Yani tek kitapta yazılıp final verilecek ve belki de konuları iyice işlerse daha okunur katlanır olacak kurguyu uzatmış da uzatmış. İlk kitap için diyeceğim, seri başlangıcı olarak ortalama ve bu seri için en iyisi olan kitaptı.

Annesini kaybetmiş kimsesi kalmayan ve yaşayacak yeri olmayan karakterimiz Blaire Wynn, babasının yanına zorunda kaldığı için gider. Fakat babası yeni karısı ile tatile gidip gününü gün ederken, kızımız popüler yıldız Rush Finlay ile karşılaşır. Elemanımız bir grupta yer alıyor ve babasından gelen şöhreti de bar zengin bir hergele. Günlük tatminler partiler oh dünya şeyimde mi yaa kafasında bir kişilik. Annesinin ayran gönüllü olması her kocadan bir çocuk yapması ayrıca edindiği sevgilerle de çocuk yapması bunun başına bırakması parayı yemesi derken höh be kardeşim dedirtti.

Bu ne böyle yahu dediğim kurgu ve her kitapta karşıma çıkan beni şoka sokan karakterlerle ne okudum ben dedim durdum. Tek olumlu yan, bir çırpıda *o da sinirle kesin* okuyup bitirdim. Onca zaman sonra da anca sindirip geldim içimi kusmaya. Kurguda ciddi hatalar var, bir kere kan bağı olan karakterleri bir yerde yakınlaştırdı mı bana mı öyle geldi diye beynimin yandığı yerler vardı. Kimin eli kimin cebinde belli değildi. Blaire saf güzel bir silahı olan korkusuz kızımız ilk görüşte etkilenir gümüşi gözleri olan erkeğimiz Rush'tan. Sonra bir süre kendini toparlayana kadar aynı evi paylaşırlar, sonra da kitaptaki büyük(!) sır ortaya çıkar. Meğer Rush'in biricik kız kardeşi Nan ile kardeştir. Olaylar patlak verip de kızı zorbaladıklarında daha fazla dayanamaz ve terk eder, çeker gider. İlk kitap böyle bitti.


Gelelim ikinci kitaba, Nan baba krizlerinde triplerde intihar edeceğim diye gezerken Blair'in hamile olduğunu okuyoruz, ve kızımız gerisin geri dönüyor Rush'in olduğu yere. Ve bebekten haberdar oluyor da bu biraz daha uzun sürüyor. Bir de benim aklıma yatmayan şey var, o da Grant. Rush ile kardeş, ilk kitapta Blair ile karşılaştıklarında kardeşi olduğunu söyledi. Bu cepte. Nan Rush'in kardeşi, eee Grant da kardeşi ama bu ikisinin arasında da yakınlaşma var. Ne??? 👀 ben mi yanlış okudum ben mi yanlış anladım gözümden mi kaçtı nolduğu hakkında bir fikrim yok ama bu neee? Sonrasında bir de Nan'ın gerçek babasının aslında Blaire ile alakası olmayan biri çıkıyor. Rush'in babasının arkadaşı ile hatun takılmış, sonra da çocuk olmuş ve hooop diğerine itelemiş. Beyniniz yandı demi? Yansın, benim de yandı.

İronik bir şekilde, bu serideki en kötü karakter Nan'dı ve hikayenin tam da olması gerektiği gibi olduğunu düşündüğüm tek parçasıydı. Bu kadın olmasaydı ortaya konulan drama kesinlikle kalmayacaktı. Üçüncü kitapta Rush ve Blaire evlenirken sanki babası evlenmiş gibi şımarık çocuk dramasında gezen Nan, gerçek babasının yanında taşınır. Ve herkese kan kusturur, milletin burnundan getirir. Neden beni sevmediniz diye hırçınlığı bitmiyor. Yahu, arkadaş sevmiyorlarsa sevmesinler istemiyorlarsa istemesinler sen kendine bir dünya kur hayatını kendin belirle ve yönünü ona ayarla, kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Kendin kendini sev, kafi, gerisini de salla gitsin ama yooook bir de hâlâ Blaire'e diş biliyor. Ya sabır...

Üçüncü kitapta sıra. Höh...
Açık konuşayım ben sizlere kitap dostlarım, seriyi sevmedim.  Kötü karakterler kötüydü, mide bulandıran yerler de vardı, hikaydeki rolüleriyse aceleyle çözüm bulmadı ama. Yani sihirli bir el değip de iyi bir insan olmadılar. Çeşitli karakterlere, olaylara ve uygun olmayan hikaye gelişmelerine yapılan yönlendirmeler gerçek anlamda hayal kırıklığıydı. Kendini beğenmiş Rush bile sevimli masum bile kaldi bir yerde. Yalnız şunu ekleyeyim, birinden hayvan gibi hoşlanıp da 'sen bana yasaksın' tribi çok iğreti yaaa o zaman hoşlanma, yasaksa uzak duramıyorsun çık hayatından lale, ay sinir geldi.


Özetle;
1. Blaire'in bilmediği bir kardeş sayısı çoğaldı. Nan haricinde biyolojik bağı olan bir erkek kardeşi var. (Bunun hikayedeki yeri, önemi, ilgisi ne? Ben anlamadım)

2. Nan gerçek babasını bulduğunda bir de kız kardeşi olduğunu öğrendi, Harlow. Rush ise onun tek kardeşi olarak kalacak.

3. Grant ile Nan, the end olunca Harlow da ortaya çıkınca, dreksiyonu kıran Grant ışıkları diğer kardeş için yaktı. (Sırf bunlar neci neydi diye anlamak için tekrar okuyacağım, lanet olsun!)

4. Kızımızın babası pişman, karısını terk edip zengin bir kadının peşinden gittiği için. Bir de Blaire'in ikizi vardı, heh o trafik kazasında öldü ya, kurguda yeri yokmuş, ismen geçiyor. Kızların annesi de kanserden öldü, ya da öyle bir şey. Unuttum.

5. Çok uzaklaşmadan yakın olan yan karakterlerden gideyim diyorum. Diğerlerinin zaten bir olayı yok. İsimlerini zaten unuttum. Gelelim Harlow ve Grant'in bakış açılarından yazılan bölümlere... neden ve niyesini saldım, keşke ilahi bakış ile olsaydı, gereksizdi. Yani onlara ait kitap olsaydı da öyle yazılmış olsaydı tamamdı da Rush ve Blaire'in son kitabı olması gerekiyordu, onların ağzından neden okuduk bilmiyorum.

6. Kısır döngüye gireb kurguda tıkandı konular, tekrarlama tekrarlama derken hasta gissettirdi. Önceki kitaplardan gelen olaylar sonuç bulmadan yeni olaylar olup hızla ilerliyor ve anlaşılır yanı da yok.

Rush batırdı, kendinden nefret etti, Blaire kaçtı, Rush takip etti ve bunun bir daha asla olmayacağına dair söz verdi, Blair onu affetti ve seviştiler. Hamileyken seviştiler, bebek beklediler, Blaire babasını affetti, Rush babasından nişanlısını kıskandı ki genç sevgilileri çarpık ilişkileri var diye bunda hak verdim ama gereksizdi. Sonra evlendiler, gariplikler silsileri noktalanmayan olaylar yeni ortaya çıkan kardeşler Nan'ın babam kim beni niye sevmiyorsunuz serzenisi ile işkence bitti.

Sadece ilk kitap ortalamaydı, gerisi fiyaskoydu. Bir devam hikayesi var mı, gelir mi merak etmiyor ilgilenmiyorum. Okuduğum kötü kitaplar arasında. Ah beni uyaran arkadaşlarıma kulak asmış olsaydım, zamanımı daha iyi şekilde değerlendirmedim diye pişmanım.

Rosemary Beach Series ;

#1 Fallen Too Far / Tehlikeli Temas 
#2 Never Too Far / Tehlikeli İçgüdü
#3 Forever Too Far / Tehlikeli Yemin 
*Serinin ilk üç kitabı dilimize çevrilerek biz okurlarına sunuldu. Ana karakterler olarak da Rush & Blaire okuduk (daha çok onlardan okumamız gerekirdi de neyse)*

*SERİNİN DEVAMINI HİİİÇ MERAK ETMEDİM, ÇOK ŞÜKÜR ÇEVRİLMEMİŞ.*

#4 Rush Too Far (Rush & Blaire)
#5 Twisted Perfection (Woods & Della)
#6 Simple Perfection (Woods & Della)
#7 Take A Chance (Grant & Harlow)
#8 One More Chance (Grant & Harlow)
#9 You Were Mine (Tripp & Bethy)
#9.5 Kiro's Emily (FREE novella)
#10 When I’m Gone (Mase & Reese)
#11 When You're Back (Mase & Reese)
#12 The Best Goodbye (Captain & Rose)
#13 Up In Flames (Nan)
#14 Going Too Far (Dean & Brielle)


Sevimsiz Bir Tanışma - Maghan Quinn | Kitap Yorumu


Özgün Adı : A Not So Meet Cute
Kitap Adı : Sevimsiz Bir Tanışma
Yazar Adı : Meghan Quinn
Seri Bilgisi : Cane Brothers #1
Çevirmeni : Pelingül Uçar
Sayfa Sayısı : 432
Yayınevi : Ren Kitap
Baskı Yılı : 2022
Kitaba Puanım : 3,5 - 4/5
Eğlenceli miydi? Evet.
Güldürdü mü? Evet.
Karakterler arası etkileşim hissedilir miydi? Evet.
Romantizmi hissettim mi? Hmm.
Romantik komediye doydum mu? Komedi kısmında evet ama romantik kısmında hayır.

Bir romantik komedide eşitlik olmalı bence, gülüp eğlendirdiği kadar da o duygusal dozu almalıyız. Ben karakterlerimiz arasındaki o aşkı hissedemedim ama aradaki çekime şükür şahit oldum. Sevimsiz Bir Tanışma büründüğü o hava konusu ve bu eğlenceli karakterleriyle büyük bir potansiyele sahipti ama yazar bir yerden sonra aman yaaa zaten okuyorlar severler diyerek epey bir şey itelemiş gibi düşünüyorum ben.
Lottie ve Huxley'in arasındaki çekim güzelken cağnim yazar o atmosferi niye full kırmızı noktalı sansürlü sisli eylemlere odaklayıp aslında içlerindeki o saf duyguları ele almayarak okumamıza engel olmuş ki anlam veremedim.

Ama şunu söylemem gerekir ki Huxley faktörü (😍benim bundanım olmalı😍) vardı ki kitabı sırtlayıp finale taşıdı. Kitabın başından beri süre gelen iç düşüncelerine kahkaha attım Huxley'in. Bakış açısı ise kesinlikle kitaptaki favorimdi benim. İş söz konusu olduğunda sonuç odaklı kıvrak zekalı  çok da mantıklı ama bir o kadar acımasız yaklaşımı ne yalan söyleyeyim beni cezbetti. Işteki ciddiyeti bir yana özel hayatındaki o şapşallığına bayıldım, kardeşleri ile olan şakacı yaklaşımı o goygoyları, benim bu ekiple aynı ortamla olmam gerekir. Ne eğlenir ne güleriz ama var ya off off.

Lottie eğlenceliydi de bir yerde kafa karıştırmayı da başardı. Yani o başlardaki haliyle kalmış olsaydı yakın arkadaşım olmasını istediğim kişi olurdu. O bir yerde ipi koparıp coşunca dedim sen ne yapıyorsun? Ama işte beni dinlemedi, duymadı muhtemelen. 🤭 Neyse, hikayemizin başlangıç noktası Lottie'nin sevimsiz ve bir o kadar toksit arkadaşı Angela'nın, bizimkini işten kovması oluyor. Tabi bu durumu kız kardeşi Kelsey harici kimseye anlatmıyor. Annesinin evden gideceğı anı kolladığını da düşününce ailesine bu durumdan bahsetmemesi tam isabet bir karar. Emekleri hiç olan, işsiz ve dünya kadar borcu olan kızımızın canı da fena halde sıkkın. O esnada canım Kelsey imdada koşuyor, alıyor ablasını dışarı çıkıyor. Amacı masum nereden bilsin manyak ablası bundan yürüyüp başına iş açsın. Gerçi sonucu güzel bitti, bunu ben de düşünebilirim ama almam gereken bir sporcu atlati sağlamından tayt ve saçımı örüp zengin muhitte koşmam gerek. Konudan sapmadan olaya dönüyorum. Iki kafadar koşup gezerken konu ansızın 'zengin koca' olayına geliyor. Bizimki de gaza geliyor, hemen akabinde yaptığı araştırma sonrası başka bir gün zengin bir mahallede koşuya çıkıyor. Hani olmaz ama karşısına zengin ve bekar biri çıkarsa etkilerim diyor. Ve bu fikre sonrada kızarak kendine kızarken yolunu kaybediyor. İşte ne olduysa o anda oluyor çünkü esas adamımız Huxley aniden karşısında beliriyor.

Bizimki epey varlıklı bir iş insanı, emlak üzerine işi. Ve çok istediği arsayı da alamıyor ve adamı etkilemek için bir yalan söylüyor. Adama nişanlı olduğunu söylüyor üstelik nişanlısı bir de hamileymiş, aa ne tesadüf. Yalanı ortaya çıkmasın diye kendine suç ortağı arıyor. Amacı aslında aldatmak değil, ben de senin gibiyim diyerek işi koparmak ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. Sonrasında evde kardeşleri ile oturup kaderine razı olmak yerine yürüyüşe çıkıyor ve işte o kadınla karşılaşıyor. Bu yalan başına iş açarken kalbinin sahibini de bulmasında etkin rol alıyor.

Çok güldüğüm sahnelerden biri doğuma hazırlık kursuna gittikleri derslerdi. Komikti eğlenceliydi ve güldürdü. Hele ki Cane kardeşlerin whatsapp konuşma grubunda dönen sohbetler, aşırı güldürdü. İlk yarı kırdı geçirdi, eh beee dediğim yerler olsa da güldüğüm sahne çoktu. Ama o ilk yarı sonrası bornozlarla kışkırtmalar fazla edilen o çiğ küfürler (küfre karşı değilim, epey söven de bir kişiyim ama yerinde kullanım gerekmeli bence. Ya da yumuşatarak 'becerdim' şeklinde kelimeler mi olsaydı, bilemedim.) bir tık "yeter tamam hadi sevişin de siz de biz de kurtulalım şu atmosferden" dedirtti. Hatta ve hatta kitabı birlikte okuduğum arkadaşımla epey üzerine sohbetler ettik. En son feryadım benim bundanım (Huxley) olmalı diyip duruyordum. Lottie'nın kışkırtmaları daha az olup o başta sevdiğim kankam olsa ya dediğim çatlak hatun olarak kalıp da daha romantik sahneler okusaydık daha güzel olmaz mıydı acaba? Buna epey kafa yordum. Bir de aklıma takılan kısımlardan biri, bu adam bu kadar bilindik bir simayken, magazinde de boy gösteriyorken Lottie ile dışarı çıktıkları her anda neden birine yakalamadılar diye düşündüm. Tabi diğer bebek bekleyen çiftimiz, Dave ve Ellie durumu hemen anlamış olmaları, gerçeği itiraf etmelerini beklemeleri durumu ne bileyim oldu bittiye gelmiş gibiydi. Ah neredeyse unutuyordum bir de şey vardı ki bu önemli bir noktayken en sona bırakılmıştı. Lottie bu teklifi kabul ederken Angela'nın davet ettiği mezunlar buluşmasına bir çift gibi gitmekti hatta bu konu çok ciddiydi ve Lottie bu duruma özen veriyordu. Sonrasında olaylara ve sevişmeye kendini kaptırıp aşık olunca sona kaldı. Nasip. Uzun lafın kısası eksi ve artılarıyla, kurgu bazdaki hissedilen eksiklerle, karakterlerin tavır ve davranışlarıyla birlikte ortalama bir seri giriş kitabı olduğunu söyleyebilirim.

Kitap üzerinde emeği olan herkese çokça tişikkirlir, keyifli bir okuma gerçekleştirmiş olduk. Serinin devamını sabırsızlıkla bekliyorum çünkü kardeşlerden beklentim büyük epey eğlenceli tiplerdi. Ya benim böyle bir ekiple kanka olmam mevzulara dalmam gerek. Kaç kuponla alabiliyoruz bunu?

Nasıl tanıştınız?
Tüm çiftlere sorulan temel sorulardan biridir. Cevap da genellikle aşk meleğinin oku ile vurulmuş, çifte kumrular tadında bir aşk hikâyesi olur. Benim sevimli tanışmam -aslında sevimsiz olan tanışmam- biraz daha farklıydı.
Benimle evlenecek birini bulmak için Beverly Hills’in zengin mahallelerinde dolanıyordum: Beni yeni kovmuş baş düşmanımı kıskançlıktan çatlatmak için; böyle durumları bilirsiniz. O ise muhteşem bir dev gibi ortalıkta tepinerek dolaşırken yanlış giden bir iş anlaşmasından ve beyaz yalanlarından kurtulmanın yollarını arıyordu. İşte bu bizim ilk karşılaşmamızdı. Kıvılcımlar yoktu. Bir aşkın filizleneceğine dair hiçbir işaret yoktu. Karşılıklı iş anlaşması o an için mantıklı gelmişti. Malikânesinde beraber yaşayıp birbirimize sırılsıklam âşıkmış gibi davranırken çifte randevulara çıkmamızdan bahsediyorum. Hem de nişanlı olarak.
Hayal edebiliyor musunuz? Kesinlikle yürek isteyen bir şeydi.
Gelgelelim insanlar umutsuz olduğunda çılgınca şeyler yapabilirdi ve ben, baştan aşağıya çaresizlik içerisindeydim.
Bu yüzden bir anlaşma yaptım. Tek büyük hatam. Büyük mü dedim? Hayır, devasa bir hataydı bu!
Kazara kendimi eşsiz Huxley Cane’e bağlamıştım.

İspanyol Aşk Aldatmacası - Elena Armas | Kitap Yorumu


Özgün Adı : The Spanish Love Deception
Kitap Adı : İspanyol Aşk Aldatmacası
Yazar Adı : Elena Armas
Seri Bilgisi : Spanish Love Deception Series #1
Çevirmeni : Burcu Karatepe
Sayfa Sayısı : 488
Yayınevi : Yabancı Yayınları 
Baskı Yılı : 2022
Kitaba Puanım : 3/5
Son zamanların en çok konuşulan en fazla sevilen bir kitaba dair karşı duygu ve düşüncelerimin aktarımını sizinle paylaşacağım. Öncelikle herkesin bayıldığı kadar kitaba bayılmadım. Sevdim ama öyle aman aman bir sevgi duyduğum söylenmez. 

Bir kere kızımız çok fazla kendi düşüncelerine gömülüydü. İkili konuşmada muhatap alması gereken kişileri görmezden gelerek muhatap almayıp cevapsız bıraktı. Böyle anlar o kadar fazlaydı ki resmen ruhum emildi. Aaron ise ısrarla etrafında dönüyor, her an yanında oluyor, yardıma ihtiyacı olduğu anda orada biriyordu. Yani tüm bunlara rağmen kıza soru sorduğunda elemana duvar muamelesi yapan Lina'ya düşmesi Aaron, birader, bana da gelsene demeden edemedim. Kitap sözde düşmandan aşka konuluydu ama ne düşmanlıkları düşmancaydı ne de aşkları böyle voaaaa ne aşıktır dedirtir cinstendi. Bu da beni biraz konudan kopararak olaya dahil olmamı engelledi. Sahte bir ilişki durumu vardı kitapta, hani romantik unsurlar dahil edilmişti, bazen böyle güldüğüm kısımlar da çok oldu. Aaron kitabı sırtlayan bir etkendi ve ondan dolayı bir tık parladı ama eksik olan yerler vardı. Ama bazı yerler vardı ki ne alaka dedim durdum. Gereksiz uzatıldığı konusunda çok düşünüyorum. Keşke yazara bunu biri söylemiş olsaydı.

Aaron tarafı yüzeysel geçilmişti, adam tam anlamıyla kapalı bir kutu. Ki zaten kendini açmaya fırsatı da pek yoktu. Lina ise maşallah susmak nedir bilmiyordu. Hem adama düşman hem de deli divane arzuluyor, her miliminden bahsedip duruyordu. Yani bu nasıl düşmanca bakıştı anlamadım açıkçası. Ki düşman olma mevzusu da çok yüzeyseldi, çok da üzerinde durulmayacak *bence* bir meseleydi. Açık yüreklilikle dürüst bir konuşma ile birbirini dinleyip de konuşmuş olsalardı, onca sene kaybı da olmazdı.


Lina kendi kendini zor duruma düşürüyor. Ispanya da yaşayan ailesine, hayatında birinin olduğu söylüyor fakat öyle biri yok. Bu beyaz yalan ayağına dolanıyor ve kız kardeşinin düğünü için de annesi, Lina'ya erkek arkadaşıyla gelmesini söylüyor. Lina ise bu durumdan çıkar bir yol arıyor derken beyaz atlı prens Aaron ben seninle düğüne gelebilirim diyor, demesine ama Lina'nın onu pek dinlediği yok. Dinlemek zorunda da kalıyor. Tabi şöyle bir nokta var, Aaron ona bir davete katılmaya eşlik ederse onunla birlikte düğüne gideceğini söyleyerek Lina'yı 'ikna' ediyor. Bu davete katılma, açık arttırma durumu vs çok kısa geçilmişti. Hani kitapta hareketlilik olsun öyle eklensin diye yazılmış gibiydi. Öncesinde ya da sonrasında bu mevzu dönmedi yokmuş gibi geçildi gitti. O kısımda pek anlam veremedim ama neyse. Gelelim düğüne, gelinin evlendiği kişi, Lina'nin onu zor durumda bırakarak terk eden eski sevgilisinin kardeşi. Daniel mevzusuna da değinmek isterim yeri gelmişken. Bu şerefsiz kızımızın okulundaki öğretmenlerden biri, tabi üniversite ortamı, eğitim görevlisi biri ile ilişki varsa kesin onunla birliktelik yaşayarak derslerden geçti damgası yapıştırılır ki Lina bunu yaşarken bu şerefsiz de topukları kıçına çarpa çarpa kaçıp gidiyor. Kitaptaki beni en sinir eden yerlerdi burası, ah be Lina dedim. Evet güçlü kalarak okulunu bitirip Amerika'ya taşınmış kendine bir hayat kurmuş harika hayatı var. Yani niye ailene hayatında biri var diyorsun ki, insanlar yalnız da yaşıyor olabilir, bunu tercih de etmiş olabilir. Yaşadığıcan yakıcı bir ayrılık sonrasında kimseyi istemiyor da olabilir ve hayatında kimse yok diye başkalarının acımasına gerek yok. Şuursuz manyaklar kendi hayatlarıyla ilgilenmeli, başkalarının ay o yalnız mı diye ah vah çekmesine GEREK YOK.

Neyse...

Gel gelelim bir anlaşma yapar Aaron'la ve İspanya'ya doğru yola çıkarlar. Bu yolculuk esnasında neden Lina tüm sülale hakkında her şeyi ezberlemesini istedi o kısmı anlamadım. Sonradan tanışıp zaman geçirerek öğreneceği şeyleri Lina'nın ısrarla şunu ezberle bunu ezberle demesine anlam veremedim. Düğün gününe kadar olan kısımda yakınlaşma anlarında ikisinin alev alev yanmaya hızlı ve hazır olmaları Aaron için evet olumlu ama Lina ısrarla sevmiyorum dediği adama yanması da ne bileyim yani...

Lina'nın arkadaşı Rosie'un baştan beri haberdarken bir yerde yeni öğreniyor gibi tepki vermesi de dikkatimden kaçmadı. Lina bence duyguları konusunda ne hissettiğinden habersizdi ama bir konuda çok haklıydı. Aynı ortamda bulunduğu biriyle bir birliktelik yaşarken - okulda, iş yerinde vs vs- emeğiyle kazandığı başarısını sanki birlikte olduğu adama borçlu olduğunu yansıtmaya çalışan kisilere duydugu tiksinme doğruydu. Hatta bundan sebep Aaron ile neredeyse ayrılıyordu. ŞEREFSİZLER!

Her bir uvzu büyük ve iri olan, mavi gözlü dev Aaron'u beğendim, Lina'yı da beğendim ama kitap ortalamaydı ve ortalama bir puan aldı benden.
Bir düğün. İspanya’ya bir seyahat. Dünyanın en sinir bozucu  adamı..

Ve üç gün boyunca oynanacak bir  sevgililik oyunu. Yani kesinlikle işlemeyecek bir plan.

Catalina Martín’in acilen ablasının düğününe birlikte gideceği birine ihtiyacı vardı. Kalbini paramparça eden eski sevgilisinin nişan haberini aldıktan sonra İspanya’ya yalnız dönemezdi. Amerikalı bir erkek arkadaşı olduğuna dair söylediği küçük yalan da kontrolden çıkmaya başlamıştı.

Onunla Atlantik Okyanusu’nu aşıp aldatmacasına ortak olacak birini bulmak için tam dört haftası vardı. Kalabalık, gürültücü ailesini kandırmak ise hiç kolay iş değildi. Ancak insanların ona acıyan bakışlarından kurtulacağı anlamına geliyorsa her şeyi yapardı.

Yani, neredeyse her şeyi… Uzun boylu, yakışıklı, herkese tepeden bakan iş arkadaşı Aaron Blackford’un yardım teklifini kabul etmesi imkânsızdı. Sonuçta Catalina hayatında hiç bu kadar sinir bozucu, küstah ve katlanılmaz bir adamla karşılaşmamıştı.

Ama ailesinin heyecanı onu köşeye sıkıştırmıştı ve Aaron en iyi değilse bile tek seçeneğiydi. Seyahatleri ilişkilerini yeni bir boyuta taşırken, aralarındaki yanlış anlaşılmalar ortaya dökülecek ve Catalina adamın belki de sandığı kadar korkunç biri olmadığını fark edecekti.

NEW YORK TIMES, USA TODAY, SUNDAY TIMES, GLOBE&MAIL VE IRISH TIMES ÇOK SATANI

İLK ROMAN DALINDA 2021 GOODREADS OKUR ÖDÜLLERİ KAZANANI

“Romantik bir hikâyeden isteyebileceğiniz her şey bu kitapta.” —Helen Hoang, New York Times çoksatan yazarı
(Tanıtım Bülteninden)