Gece Fısıltıları - Judith McNaught | Kitap Yorumu


Yazar Adı: Judith McNaught 
Kitap Adı: Gece Fısıltıları
Özgün Adı: Night Whispers
Seri Sıralaması: Second Opportunities #3
Baskı Yılı: 2012
Sayfa Sayısı: 397
Yayınevi: Epsilon Yayınevi
Kitaba Puanım: 5/5
Judith McNaught en sevdiğim yazarlardan biridir benim. Hani ne yazarsa yazsın severek okuyacağım bir yazardır ve tüm kitaplarına sahibim. Gece Fısıltıları kitabını da ayrı bir severim.

Ana karakterimiz Sloan Reynolds polistir. Herkes tarafından sevilen Sloan hem güzeldir hem akıllıdır hem de kendine güveni tamdır. Karakterimizin ebeveynleri henüz çocukken ayrılmış ve babası kız kardeşini seçip yanına alırken, bizim kız da annesi ile birlikte büyümüş. Yetişkin olduğunda, kimseye ihtiyacının olmadığı bir yaşta babasının onu tanıyacağı tutuyor. Daha doğrusu büyükannesinin isteği doğrultusunda şimdiye kadar bir kez olsun aramayan babası, kız kardeşini de bahane ederek Sloan'ı Palm Beach'teki yaşadıkları malikâneye davet ediyorlar. Başta gitmek istemeyen kızımızı annesi ikna eder, gitme kararında etkili olan bir başka isim daha vardır; FBI ajanı olan Paul Richardson. Aldıkları davada önemli bir araştırma yapacaklardır ve görevlidir.

Sloan, babası ve ailesinin yaşadığı yere Palm Beach'e gider, orada ummayacağı bir kazancı olur, aşk. Masalardaki gibi karşısına çıkan "Beyaz Atlı Prens" kalbini çalar. Sloan aşk ile sarmalayıp yanarken içini kemiren ikilemler arasında da kalacaktır. Noah onun ebedi aşkıdır ama ya şüpheleri doğrultusundaki kişi de oysa? Sorular ve cevaplar kitapta.


Kitaba karşı olan sevgim ve tutkum kapak ile konunun uyumsuzluğunu dillendirmeyeceğim anlamına gelmez. Kurban olduklarım, alakasız kapaklar yapmak yerine gökyüzünün resmini kapağa koyun, zaten yazarın kalemine aşığız, biz her türlü alıp okuruz. Günümüz kurgusu bir kitaba tarihi aşk izlenimi veren kapak nedir. 🤦🏻‍♀️Bir de zahmet olacak ama baskı yenileseniz mi? Hani merak edip almak isteyen oluyor da.
Kitapta yüzeysel işlenen bir çift vardı, ajan Paul ile bizim kızın kardeşi Paris. Onlar için bir kitap var mı, dilimize çevrilir mi diye hiç bakmadım, hayal kırıklığı olmasın diye. Uzun lafın kısası, yazarın tüm kitaplarını şiddetle öneririm. Bulup almanıza değecek bir kalem.
Küçük ve sakin bir kasabada polis olan Sloan Reynolds, güzel, akıllı, kendine güvenen ve herkesin sevdiği bir genç kadındır. Hiç ummadığı bir anda, otuz yıldır onu hiç aramamış olan babası, genç kızı Palm Beach'e davet eder. Sloan kırgın olduğu babasını görmeye hiç hevesli olmadığı için gitmek istemez. Ancak bir FBI ajanı, Palm Beach'te yapacağı bir araştırmada kendisine destek olması için genç kızı bu teklifi kabul etmeye zorlar. Sloan Palm Beach'e gider, yaşamı boyunca hiç karşılaşmadığı babasını, kız kardeşini, ninesini yakından tanır ve 'Beyaz Atlı Prens'i ile karşılaşır.

☆☆☆

Second Opportunities Series;
#1 Paradise / Cennet
#2 Perfect / Kusursuz
#3 Night Whispers / Gece Fısıltıları


Çarpık Saray - Erin Watt | Kitap Yorumu


Yazar Adı: Erin Watt
Kitap Adı:  Çarpık Saray 
Özgün Adı: Twisted Palace
Seri Sıralaması: The Royals #3
Baskı Yılı: 2021
Sayfa Sayısı: 344
Yayınevi: Yabancı Yayınları 
Kitaba Puanım: 3/5
Milyon dolarlık sorunun cevabını nihayet alıyoruz: malum suçu kim işledi?

Çarpık Saray birçok gizemi içinde barındıran bir kitaptı. Okurken, kendimi ipuçları toplarken ve bazı açıklamaları bir araya getirirken buldum. Elbette ki tahminim vardı ve ortada duran gerçek ise kaçınılmaz sondu. Belki de benim bu seriyi keyifle okumamın tek sebebi de buydu, kolay tahmin ediliyor ve çabuk bulunuyor olmasıydı.

Reed ve Ella'nın romantik ilişkileri ve karakter gelişimi olumlu yönde, her ikisinin de olgunlaşmasını okumak keyifliydi. Önlerindeki zorlu yolu, aşılması gereken tümsekleri geçtiler. Birbirlerine sahip oldukları sürece ikisi birlikte çok güçlüler ve bunun da farkındalar. Birbirlerine duydukları sevgiyi gerçekten hissettim bu kitapta.

Ella'nın aldığı kararlarda sert kalmasına ve yaşadıkları zorluk karşısında Reed'e inanması ve onun yanında kalmayı seçmesi mükemmeldi. Tüm Royaller'e olan bağlılığı ve sevgisini gerçekten hissettim. Ve Reed... Ah Reed, seni sersem 🤦🏻‍♀️ Baştan beri çizmiş olduğu o kötü çocuk imajı bir anda yok olmuştu.  Kendini beğenmiş şımarık bir Reed ile karşılaşmayı umarken nazik, düşünceli ve güvenilir Reed'i bulmak beklenmedikti. Bu kitapta nihayet öfke sorunlarını kesinlikle kontrol edebilen farklı bir Reed görüyoruz.

Arada sırada bazı gereksiz dramalar olabilir (geçmişte kalması gereken bir dangoz var, zaten o dengesiz geldi geleli neler neler oldu) ancak çok geçmeden nedenleri ve sonuçları anlaşılıyor. Yine de abartılan bir iki şey ve benim sinirden gözümün döndüğü yer vardı. Şimdi diyeceksiniz tüm seri de mantıkla bakınca çok delirmelik yer vardı bu ne ki, doğru haklısınız ama kudurdum işte, benim de derdim bu napim 🤪 Çözülmesi gereken olaylar, aralara sıkışan sırlar, gelecekte bizi ne bekliyor endişesi ve ben sensiz mutlu olamam diyen iki genç ile serinin ilk üç kitabına veda ettik.

Bir de ek parantez ile belirtmek istediğim şey var. İnsanı en çok sevgisizlik yıkıyor ve hasta ediyor. Kendini suçlamak bu psikoloji ile gerek kendine gerek etrafına bok gibi davranıp kırmak sevgisizlikten güvensizlikten kaynaklı. Burayı kırmızı oda'ya çevirme niyetim yok fakat sevginin tek çözüm olduğu, konuşularak iletişimi sağlamak gerektiğini içte saklanan neyse ortaya dökülmesi gerektiğini kitabın kapağını kapatırken düşünüyorsunuz.

Sonuç olarak, serinin sonu beni tatmin ederek son derece memnun kaldım. Bir parça ayrılık kaygısını yaşıyor olsam da gelecek üç kitaba bel bağlamış durumdayım. Evet Ella Harper ve Reed Royal aşkına bir nokta koysak da Royal oğlanlarına tamamen -şimdilik- veda etmiş değilim. Bence, Çarpık Saray destansı bir şekilde ortaya çıktı ve noktayı koydu. Seride en beğendiğim kitap olduğunu ifade edeyim.
Sıra geldi, iç dökmeye bu kısım spoiler olacağı için dilerseniz okumaya da bilirsiniz.

Serinin başlangıç kitabı olan Kağıt Prenses finalinde patlayan ilk bomba Broke cadısının hamile kalışıydı. Paramparça Prens kitabında ise bombalar ardı ardına patlamaya devam etti. Bu bombalardan biri Reed'in yediği haltlardan biri. Babasına olan öfkesi onu birçok yanlışa sürükledi ve o yanlışlardan biri de Broke ile birlikte olmasıydı. Ki Reed bebeğin babası olamayacağını söylerken son derece kendinden emindi, altı ay kadar önce yaşanan bir hadiseden hamile kalsa karnı şimdiye kocaman olurdu. Tabi kitapta patlayan önemli bir bomba ise finalde Broke'un ölüyor oluşu ve baş şüpheli olan kişi de Reed. Beklenmedik hatta öldü olarak bilinen Steve'in de geri dönüşü ile üçüncü kitabın seyri epey değişiyor.

Birçok soru birikiyor seri boyunca ve Çarpık Saray'da tüm cevaplara ulaşabiliyoruz.
Tabi kitap atmosferine yayılan olumsuz hava hakimken daha fazla drama, daha fazla sır ve en nihayetinde yaşanan ifşalar.

Ben seriyi okurken hep mantığı devre dışı bırakarak daha kayif alınabilir şekilde okumaya koyuldum, bundan dolayı da film izliyor gibi severek bitirdim. Mantıklı taraftan baksam birçok suç unsuru ile hop oturup hop kalkmam gerekirdi. Mesela akran zorbalığı, uyuşturucu, tacizler, şiddet, çarpık ilişkiler, usulsüzlükler, rüşvete varıncaya kadar birçok olay okuduk. Jordan'ın erkek arkadaşına baktı diye bir kızı okul duvarına yarı çıplak bantlamış olması, Daniel'in takıldığı kızlara uyuşturucu verip onlardan faydalanması, bir kızı aynı anda idare eden Sawyer&Sebastian ikilisi ve kızın bu durumu yanlış bulmaması, abisinin eski sevgilisi ile sevişmeyi yanlış bulmayan kumara alkole batan Eaeton... Karısına benziyor diye bir kadını öldüren Steve ve suçu gencecik bir çocuğun üzerine atması, Dinah'in şantaj ederek Gideon ile birlikte olması... Annesine türlü hakaret ederken ve Ella'yı orospu yerine koyanlarla hatta taciz (sözlü olarak) edenlerle sonradan iyi olması biz aileyiz demesi... Sıkıntılı bir durum ve paikolojik açıdan da tedavi edilmesi gereken bir şey. Daha nicesi var, ah unuttum, Daniel'in intikam almak için Reed'i bıçaklaması da vardı. Kısaca mantık olarak seri boyunca epey falso veren olay vardı. Tipik Amerikan film ya da dizilerinde bu tarz şeyler olduğu ve onları da seyredip geçtiğim için seriye saymak ya da sövmek istemedim. Yine temelde eksik olan SEVGİSİZLİĞİN nelere sebep olduğunu görmüş oldum. Melek olarak atfettikleri anneleri Maria'nın yediği bok da sonunda belli oluyor ve Royaller yüzünden değil kendi ahlaksızlığını kaldıramadığı için intihar edişi ortaya çıkıyor. Ve onun yediği boktan sebep koca bir aile bir arada olsa da kopuk kopuk yaşarken boğazlarına kadar boka batıyor. Yazarlar bundan sonraki kitapta neler yazacak ve bizi neler bekleyecek merak etmiyor değilim.

Ve Steve, sen nasıl bir şeref yoksunu bencil bir pisliksin! Hayatta en nefret edilen profil bu adamdı. Ella'ya söylediği aşağılayıcı sözler bir yana baba rolüne girip kısıtlaması kendi pis sırları ortaya dökülmesin diye ona zarar vermeye kadar gitmesi... Neyse ki tutuklanıp ceza aldı da hak yerini buldu. Üçüncü kitapta seri boyunca nefrer ettiğim Jordan'ın bile insani yönünü göstermiş yazarlar, keşke yaptıkları aşırı davranışları yazmamış olsalardı da üçüncü kitaptaki gibi biri olarak okusaydık. Ve Dinah, Gideon konusunda hâlâ öfkeliyim bu pisliğe. İğrenç bir insan olsa da Ella'yı kurtarıp gerçek suçulunun teslim edilmesi yönündeki önemli tutumundan dolayı bir aferin alsa da hâlâ nefrer ediyorum ondan.
Royal Ailesi Kaçmaz, Savaşır

Ella Harper, hayatta karşısına çıkan her zorluğu atlatabilecek kadar güçlü ve sevdiklerini korumak için kendini feda edebilecek kadar gözü karaydı. Öfkesiyle tanınan Reed Royal’ın ise her sorunu şiddet kullanarak çözmeye çalışması sonunda ayağına dolanmıştı. Fakat o gece malikânede yaşananlar ikisi için de fazlaydı.

Lekeli geçmişleri onları asla rahat bırakmazken, birbirlerine zarar vereceklerini haykıran seslerin arasında yollarını bulmaya çalışıyorlardı.

Çarpık Saray’ın çoktan unutulmuş sırlarını açığa çıkarmak ve kendilerine yeni bir hayat şansı tanımaktan başka seçenekleri kalmamıştı.

“Bu neslin Cruel Intentions’ı.” —Jennifer L. Armentrout

“Çarpık Saray, Ella ile Reed’in hikâyesi için mükemmel bir son.” —Samantha Towle

“Bırakın Royal ailesi sizi de mahvetsin.” —Meghan March

“Aşk, ihanet ve manipülasyonlara dair kusursuz bir hikâyenin sonuna hazır olun.” —S.L. Jennings


The Royals Serisi;
#3 Twisted Palace / Çarpık Saray
#3.5 Tarnished Crown
#4 Fallen Heir
#5 Cracked Kingdom

Paramparça Prens - Erin Watt | Kitap Yorumu


Yazar Adı: Erin Watt
Kitap Adı:  Paramparça Prens
Özgün Adı: Broken Prince
Seri Sıralaması: The Royals #2
Baskı Yılı: 2021
Sayfa Sayısı: 320
Yayınevi: Yabancı Yayınları 
Kitaba Puanım: 3-3,5/5
İki güçlü isteği aynı anda hissetmeyeli epey olmuştu. Gırtlağına çöküp boğmakla, göğsüne çekip sarılmak arasında kaldığım bir ikilemle kitap bitti.

O sondan sonra, Reed'in her şeyi berbat ettiği oldukça net olan bir durumdu. Reed ve Ella arasındakiler ise tam anlamıyla koparttı diyebiliriz. Kağıt Prenses'in sonunda, Reed'in yaptığı o muazzam hata Ella'nın şehri terk etmesiyle sonuçlanır. Reed ise ne yaptığını ve bunda kendini anlatamadı açıklayamadığı için pişmanlıkları, korkuları ve dibe çöküşüyle baş başa kalıyoruz. Ella'nın gitmesiyle, Royaller ailesi arasındaki gerilim şimdiye kadar ki en yüksek seviyeye ulaşıyor. Ella'nın bulunması, Collum'un sevgilisinin hamile oluşu ve daha nicesi peş peşe gelen olaylar zinciri. Onları bekleyen son ise hiç de iyi bir son değil. Üstelik geçmişte kalması gereken birinin çıkıp gelmesi ise şok etkisi yaratır. Şimdi Royaller için durum kötüdür, Reed masum olduğunu nasıl kanıtlayacaktır?

Kitabı sevdim sevmesine ama ilk kitaptaki temponun aynısını bulmak beni biraz gafil avladı. Okurken takıldığım geriye dönüp baktığım yerler oldu. Onlardan biri de Ella'ya Reed'in eski sevgilisinin annesine benzediğini söylerken ikinci kitapta bunu bir yerde duymuş olduğunu söylüyor oluşuydu. Oysa ona bunu söyleyen kişi Reed idi. Bunun gibi detaylar vardı. Çok üzerinde durulmayacak olsa da okurken önemsediğim bir detaydı. Fazladan uzatıldığını düşünüyor olsam olayların sonlara doğru artması ile heyecana kapıldım.

Gelelim karakterlere; Royal şeytanları onlar benim için. Her birine karşı farklı empati kuruyorum ben. Ailesi darmadağınık onları bir arada tutan babalarına karşı duydukları öfkeyle karıştıkları haltlar boyunlarını geçmesi üzücü. Tabi en dikkatimi çeken ise Easton, onun hikayesini çok merak ediyorum.


Aslında bu kardeşlerin hepsini seviyorum. Tokatlamak istiyor olsam da bir şekilde kendilerini sevdirmeyi başardılar. İkiz olan Sebastian ve Sawyer bence en çetrefilli hikayeye sahip olanlar ama onların bir kitabı yok, sonraki kitaplarda konularının dönecek olmasını bekliyorum. Sonra Easton'un Ella ile aralarındaki arkadaşlığını, onunla kardeşi olarak ilgilenmesini seviyorum. Reed'in sevgiye muhtaç oluşu ve bunu yansıtmaktan ödünün kopması, sevdikleri söz konusuysa yapamayacağı bir şeyin olmamasını da seviyorum. Reed Royal'i sevmemek mümkün değil gibi geliyor bana... Gideon için söyleyeceğim tek şey, içinde bir yarasının oluşu ve kendini dış dünyaya kapatması olacaktır. Onun için üzülüyorum.

Ella gerçekten zor bir karakter ve güçlü olduğunu söyleyebilirim. İçine düştüğü bütün her şeye karşı başa çıkma şekli takdir edilesi. Her ne kadar kaçıp saklanmak kolayına gelse de durup savaşmayı da biliyor. Artık hayatı eskisinden daha karmaşık durumda. Bir yere ait olma duygusunu yaşarken aşkla tanışıyor. Mutlu olmayı beklerken pimi çekilmiş bir bomba ile Reed ortada duruyor. Bir de beklenmedik misafir var. Onları nelerin beklediğini tahmin etmek de sarsıcı.
Royaller gerçekten mahvedemeye gelmişler. Ama sorulması gereken soru şu, etrafında olanları mı yoksa kendilerini mi? Bunu okuyup göreceksiniz.

Paramparça Prens elinizden bırakmadan hızla okuyacağınız bir kitap. Pek beklentiye girmeden okumanızı öneririm derim ben.
Bu aşk benim sonum olacak

Reed Royal zengindi, yakışıklıydı, güçlüydü. Okuldaki her kız onunla olmaya can atıyor, her erkek onun yerine geçmek istiyordu. Ancak Reed ailesi dışında kimseyi önemsemezdi. Ta ki hayatına Ella Harper girene kadar.

Babasından ve onun yeni oyuncağından intikam almak isterken kendini bambaşka bir çıkmazda bulmuştu. Artık tek arzusu Ella'nın güvende ve yanında olmasıyken, yaptığı bir hatayla her şey elinden kayıp gitmişti. Herkes Royalların zehirli olduğunu söylüyordu ve belki de haklılardı.

Etrafı sırlar, düşmanlar ve ihanetle sarılmışken, Reed gerçek bir Royal olduğunu kanıtlamak ve ailesini korumak zorundaydı.

☆☆☆
The Royals Serisi;
#2 Broken Prince / Paramparça Prens 
#3 Twisted Palace / Çarpık Saray
#3.5 Tarnished Crown
#4 Fallen Heir
#5 Cracked Kingdom

Kağıt Prenses | Erin Watt | Kitap Yorumu


Yazar Adı: Erin Watt
Kitap Adı:  Kağıt Prenses 
Özgün Adı: Paper Princess
Seri Sıralaması: The Royals #1
Baskı Yılı: 2021
Sayfa Sayısı: 320
Yayınevi: Yabancı Yayınları 
Kitaba Puanım: 4/5
《Benimle dalga mı geçiyorsun?》Kitap boyu ağzımdan düşmeyen şaşırma cümlem kesinlikle buydu. Çünkü en başından en sonuna kadar Kağıt Prenses ile Royaller kesinlikle bizinle dalga geçiyorlardı.

Şimdi eğri oturup doğru konuşasım hiç yok, baştan söyleyeyim. Royaller için mantığı devre dışı bırakıyor, romantik hayaller bulutuna sarılıyor ve okuduğum kitaptan keyif almaya bakıyorum dostlarım. Yoksa parmağımı sanki pirizde unutmuşum gibi saçlarım tel tel ayrılarak ertafı çarpacak şekilde elektirik dağıtırdım, kuşkusuz. Neyse ki pamuk şeker kıvamında bir ruh halinde okudum. 🤭

Konunun klişe ve karakterlerin bilindik tipler olduğunu söyleyeyim. Tabi bu okurken en sevdiğim yanı da oldu kitabın. Olanları olacakları tahmin ediyor, ona göre tepki vererek keyifle okumaya devam ediyorsunuz. Açıp izleyeceğiniz herhangi bir gençlik dizisi ya da filmi üç aşağı beş yukarı benzer kurguya sahip olduğunu görürsünüz. Bundandır ki bildik sular, tehlikesiz ve güvenlidir. Bence tabi.


Duygular ve düşünceler çetin bir dövüş halindeyken okurken zihnimde beliren bir soru oldu. Bunca kötü eylemine katı tavrına rağmen Reed'i kabul etmemi sağlayan şey tam olarak neydi? Sanırım sevgiye aç oluşu kalbimin derinliklerine sızıp beni yakaladı. Takıntılı ve sevgiyi çocuklarına çok gören anne, sürekli iş kovalayan ve sadakat konusunda mimli bir baba, iletişim konusunda sorunları olan kardeşleri ile kendini yalnız hissederek etrafa karşı sert olması muhtemel kaçınılmaz olandı. Bir de babası bir gün üstü başı dağınık, geçmişi epey karışık olan Ella'yı kolundan tutup evlerjne getirerek "artık bizimle yaşayacak" dedikten sonra, zaren sevgi krıntısı göremediği babasından daha da uzaklaşmanın verdiği öfkeyle daha da "çirkin"leşecek. Ha yaptıkları asla doğru değil, sağlam bir dayak istiyor diyeceğim de ağzını burnunu dağıtıp eve geldiği de var. Her neyse.

Ella ise sanırım okuduğum en karmaşık hisler bırakan karakter. Dıştan gelen her darbeye hazır ve asla korkmuyor dimdik duruyor, içten ise paramparça. Gençken annesi ile babası kısa süreli bir gönül macerası yaşar ve babası sırra kadem basar. Annesinden başka kimsesi yoktur. Bir zaman sonra hayatta tek kaldığında ise hayatını değiştiren kişi ortaya çıkar. Babasını tanıdığını söyleyen Callum Royal onu kendi evine götürmeyi teklif eder, bir sene yanında kalarak okulunu okumasından başka bir istediği yoktur. Evde yaşayanlardan bahsetmeden Ella'yı önlerine atar.

Gideon, Reed, Easton, ikizler Sawyer&Sebastian. Royaller, onları dengeleyen bir arada tutan güç babaları Callum. Bu ışıltılı ayrıcalık ve zenginlik dünyasına ayak uydurmaya çalışan Ella, Reed ile arasındaki güç dengesinin değişeceğinden habersizdi. Ella ödün vermez güçle duran Aslan'ın ininde canlı kalabilecek miydi? Hem akıl sağlığını hem de kalbini koruyabilecek miydi? Dahası onlarla nasıl baş edecekti?

Beklentiniz nazik bir aşk hikayesi ya da nahif bir romantizm ise umduğunuzu bulamazsınız. Reed, en iyi durumda bile düpedüz aşağılık ve dayanılmaz biri olabilir, çileden çıkarırken ondan nezaket beklemek... Bak işte bu ona uymuyor. 🤭 Kitabın çevirisini çok sevdim, duraklatmadan dönüp bir önceki sayfaya baktırmadan okuttu. Kapak zaten en başta da dedim, serinin en iyi kapakları bizde! Bunun için Yabancı Yayınları'na teşekkür ederim. Uzun lafın kısası düşünmeden salt eğlenme için bir oturuşta okunup bitirilebilecek bir kitap.
Kitabı okumanızı isterim elbette, alın da derim açık yüreklilikle. Bu tarz kitaplardan keyif alıyor, bana değişiklik olsun iyi gelir derseniz, kesinlikle öneririm.
Royal Ailesi seni mahvedecek.

Ella Harper ne olursa olsun hayatta kalmayı başarırdı. Tüm hayatını annesinin peşinde oradan oraya sürüklenerek ve bir gün bu çamurun içinden çıkacağını umarak geçirmişti. Annesinin ani ölümüyle ise artık yapayalnızdı. Ta ki Callum Royal birden ortaya çıkana kadar.

Ella'yı özel okullar, malikâneler ve ondan nefret eden beş erkek kardeş bekliyordu. Hepsi birbirinden çekici ve zalim olsa da, ondan kurtulmak için her şeyi yapabilecek olan Reed Royal'la boy ölçüşemezlerdi. Ella'nın oraya ait olmadığını düşünen Reed belki de haksız sayılmazdı.

Zenginlik, ölçüsüzlük, aldatma ve her kapının ardında başka bir günahla, Ella Royal Malikânesi'nde tutunmak istiyorsa önce kendi yolunu bulmak zorundaydı.

New York Times ve USA Today Çoksatanı

"Yetişkin romantik romanlarını aratmayan kurgusuyla, Gossip Girl seven gençlerin tam da aradıkları kan." -Kirkus

"Ella ve Reed hakkında daha fazlasını okumak için sabırsızlanıyorum." -Rachel Blaufeld

"Yoğun, akıldan çıkmayan ve çok ateşli. Mutlaka okumalısınız." -Emma Chace

"Keskin bir kalemden çıkma karakterler ve şok edici son sayfalarıyla elinizden bırakamayacağınız bir roman!" -Rockstars of Romance

"Devam kitabını nasıl beklerim bilemiyorum!" -Kristen Krantz
(Tanıtım Bülteninden)


Ay Işığı Sokağı - Stefan Zweig | Kitap Yorumu


Yazar Adı: Stefan Zweig 
Kitap Adı: Ay Işığı Sokağı 
Özgün Adı: Twilight and Moonbeam Alley
Seri Sıralaması: -
Baskı Yılı: 2017 
Sayfa Sayısı: 80
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Kitaba Puanım: 5/5
Sürekli olarak ertelediğim ama artık yıl bitmeden önce tamamlarım dediğim, bu sayede okumayı düşündüğüm kitapları kapsayan mini okuma hedefim var. Maddelerden biri, klasiklerden bir kitap okumaktı. Onun için de Stefan Zweig'in Ay Işığı Sokağı kitabını seçtim.

Kitap içinde beş farklı hikâye yer alıyor; Ay Işığı Sokağı, Leporella, Nişan, Leman Gölü Kıyısında Olay, Avare. Anlatılan her hikayede kaleme alınan her duyguyu içinizde hissediyorsunuz. Tutku, aşk, ihanet, tiksinti, savaşın korkusu gibi duygular kitap genelinde konu olarak ele alınmıştı. Mesela hayatı boyunca takıntılı tutkusu olan bir karakter vardı ve okurken kendinizi o duyguları hissederken buluyorsunuz.

Stefan Zweig satırlar aracılığıyla o günden bugüne sesleniyor belkide diye düşündüm ben kitabı okurken. Yaşandığı psikolojik çöküntüyü anlatıyordur gizli saklı bize... Bu kitabın okunması gerektiğini düşünüyorum. Eğer ki henüz okumamışsanız mutlaka alınız ve kitabı okuyunuz. Kısacık olmasına rahmen derya deniz duygularla kalbinizi dolduruyor.

Ay Işığı Sokağı’nı kesinlikle tavsiye ediyorum. Zaman kaybetmeden okuyunuz.
Fransa’nın bir liman kentinin denizci mahallesinde gezinirken duyduğu arya söyleyen sesi izleyerek tanımadığı insanların marazi hayatlarına dalan bir gezgin; patronuna kölece bağlılığı yüzünden korkunç bir eyleme sürüklenen karanlık, itici ve yabani bir hizmetçi; 1810 yılında İspanya’daki savaşta yaralanan, düşman bir ülkede amansız bir hayatta kalma mücadelesine girişen bir Fransız albay; 1918 yılının bir yaz gecesi Leman gölünde bulunup kurtarılan, ancak sonra yüreğini kavuran yurt özlemine yenik düşen bir Rus savaş esiri; yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ liseye devam eden avare bir gencin öğretmeninin otoritesine isyan ettikten sonra ödediği ağır bedel. Zweig bu öykülerde insanı insanlıktan çıkarıp en uç noktalara sürükleyen deneyimlerin izini sürerken, okuru da ister istemez karakterlerinin ruh çalkantılarının içine çekiyor…

(Tanıtım Bülteninden)










Sergüzeşt - Samipaşazade Sezai | Kitap Yorumu

 

Yazar Adı: Samipaşazade Sezai
Kitap Adı: Sergüzeşt 
Özgün Adı: -
Seri Sıralaması: -
Baskı Yılı: 2019
Sayfa Sayısı: 100
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları 
Kitaba Puanım: 5/5
Yine yerinden yurgundan koparılışı hikayesi ve yine boğazda düğüm bırakan bir kitap Sergüzeşt.
Hissettiklerimi nasıl ifade edeyim kestiremiyorum. Daha önce de okumuştum kitabı ve her okuyuşumda aynı duyguları daha arttırarak hissettiriyor ve bu ağırlıkta yüreği eziliyor insanın. Yazılan her kitapta bir gerçeklik olduğunu düşünüyorum, elbette gerçek hikayelerden yola çıkan kurgular kitaplar var. Ve eskileri, o dönemlere bakınca o kadar büyük kayıplar acılar ve yarım kalanlar var ki, kurgu olarak elimize aldığımız kitaplarda ille de bir gerçeklik gizli.


Kitaba gelecek olursam;
Dokuz yaşında iken Kafkasya’dan kaçırılır Dilber.  İstanbul'a getirilir, önce Mustafa Efendi'nin evine satılır, orada gördüğü eziyetler de çabasıdır. Tayini çıkan Mustafa Efendi'nin kızı yine esirciye satmasi ile Dilber'in çilesi bitmemiştir. Tüccar onu zengin bir konağa satar. Orada az da olsa rahat bir hayata kavuşur, ahir ömründe talihi biraz olsun yüzüne gülmüştür ve lisan bile öğrenir. Derken konağın  Avrupa'da öğrenim görmüş genç beyi olan Celal, onu gördüğü andan beri aklından çıkaramaz ve zamanla da yüreğine yer açarak yanlarında hizmet eden Dilber'e aşık olur.

Celal'in duyguları karşılıksız değildir ve Dilber de bu sevdaya ortak olmuştur. Fakat onların sevdasına engel olacaklar ve evliliklerine izin vermeyecekler olacaktır. Dilber'in çilesi bitmemiştir ve üçüncü kere esirciye satılır. Mısır'a sürülen Dilber'i yine bir zengin satın almıştır. Onu satın alanlara bas kaldırıp isteklerini yerine getirmediği için dövülür, hapsedilir. Haline acıyan ve bu kimsesiz kıza karşı içten duygular besleyen haremağası ona yardım etmeyi teklif eder. Dilber'in ardından Celal perişan olur, hastalığından dolayı vefat eder. Dilber ise artik dayanacak gücü kalmamış yolun sonuna geldiğini düşünerek Nil'in soğuk suyuna kendini atarak canına kıyar.

Çocuk yaşta aileden koparılmak, esaret altında geçen zorlu yıllar, birinden başka bir efendiye satılması ve nahif masum bir aşkın boğazda kalması yürekte yarım bırakılması...
Okumamış iseniz mutlaka bir şans vererek okumalısınız bu kitabı.
“Sergüzeşt'i genç, gayretli ve maharetli bir mimarın tecrübe sahibi olmadan önce inşa ettiği bir binaya benzetiniz. Aldanmayacağınızı ümit ederiz.” Mizancı Murat Küçük Şeyler'le edebiyatımıza yeni bir soluk getiren Samipaşazade Sezai'nin ilk ve tek romanı olan Sergüzeşt, gerek kurgusu gerekse anlatımıyla edebiyat tarihimizde bir dönüşümün habercisi kabul edilir. Henüz çocuk yaşta Kafkasya'dan getirilip İstanbul'da satılan Dilber'in macerasını XIX. yüzyıl sonu Osmanlı'sında hâlâ sürmekte olan insan ticaretinin birey ve toplum hayatında yol açtığı yıkım üzerinden ustaca anlatan yazar, devrinin sosyo-kültürel yapısına da ışık tutar. Günümüz okuruna yüz elli yıl öncesinden etkileyici sahneler sunan Sergüzeşt'in, yıllar geçtikçe daha çok okunup beğenileceğini umuyoruz.

Samipaşazade Sezai (1859-1936) İstanbul'da doğan Sezai'nin çocukluk ve ilkgençlik yılları Maarif nazırlığı da yapmış olan babası Sami Paşa'nın Taşkasap'taki büyük konağında geçer. Bu konak dönemin meşhur fikir adamlarına, yazar ve şairlerine ev sahipliği yapan önemli bir buluşma noktasıdır. Sezai burada pek çok yazar ve şairle tanışır. Özel hocalardan Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri alır. Gençlik yıllarında oldukça etkilendiği Namık Kemal ve yakın dostu Abdülhak Hamit'in yenilikçi düşüncelerini benimseyen Sezai, 1880'de Londra Sefareti'ne ikinci kâtip olarak atanır. Burada Batı edebiyatını, özellikle Shakespeare'in eserlerini inceleme imkânı bulur. Londra'da geçirdiği bu zaman onun düşünce dünyasını ve edebi ufkunu genişletir. 1901'e kadar İstanbul'da Hariciye Nezareti'nde muavinlik görevini sürdürür. İstanbul'da geçirdiği 1886-1901 yıllarında Sergüzeşt'i, Küçük Şeyler'i ve Rumûzü'l-Edeb' i yayımlar. İstanbul'un alafranga dünyasına yönelik ilk köklü saptamalar onun eserlerinde belirir. Sergüzeşt'te esirlik ve özgürlük kavramlarını işlemesi hükümetin takip çemberine girmesine neden olur ve 1901'de Paris'e kaçar, burada Jön Türkler'e katılır. Tanzimat dönemi yenilikçi edebiyatın öncülerinden Samipaşazade Sezai'nin seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikleri Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.
(Tanıtım Bülteninden)

Yazar Röportajı #12 Elif Ebru Batı Wibrew - Ay Parçasının Güz Yaşları

 

Bazen ileriye gidebilmek için geçmişe geriye dönmek gerekiyor ve bugünü iyi anlamak için de geçmişi bilmek. Hem ne demiş Cemil Meriç; "Geçmiş geleceğin malzemesidir."

Bugünün sohbet konuğum Ay Parçasının Güz Yaşları kitabıyla okuyanın yüreğine dokunan yazar Elif Ebru Batı Wibrew. Kendi ailesinin hikayesini kaleme alarak öyle bir anlatmış ki, an an tüm hisleriyle birlikte kitabı sadece okutmuyor, bizzat yaşatıyor. 3 kuşağın yaşadığı aşkları, kırgınlıkları, özlemleri, korkuları... Tüm gerçekliği ile biz okurlarına sunuyor.

Bir filmden hafızamda kalan bir replik var benim. Şöyle diyordu karakter; "Parmak izlerimiz dokunduğumuz hayatlardan silinmez." Gerçekten de öyle. Ve ben de bir düzelti yapıyorum, iyi olan kitaplar dokundukları kalplerde yer edinirken onların hayatlarına silinmeyecek parmak izleri bırakırlar. Bu kitap benim için kesinlikle öyle.


●Sevgili Elif Ebru Batı Wibrew, bize kendinizden bahseder misiniz?

☆ Elbette. Samsun ve Sinop’un tam ortasında kalan eski adı Gümenüz olan Yakakent’te doğdum. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünden mezun olduktan sonra dil eğitimi için altı aylığına Londra’ya gitmiştim ama o gidiş dört yıla çıktı. Bari buradayım bir de yüksek lisans yapayım dedim. London Metropolitan Üniversitesi’nde Uluslararası Turizm Siyaseti ve Pazarlama’yı bitirdikten sonra yurduma döndüm. Bir yandan çalışırken bir yandan da roman çalışmalarıma başladım. Yolculuk böyle başladı yani.

●Kaleme aldığınız kitapta kurmaca bir kurgudan ziyade kendi ailenizin yaşadığı hayatları yazdınız. Sizi yazma evresine iten tetikleyici neden neydi? Ve ben bu hikayeyi yazma fikrinizin serüvenini de merak ediyorum. Ay Parçasının Güz Yaşları nasıl ortaya çıktı?

☆ Ay Parçasının Güz Yaşları benim üçüncü romanım. Ama diğer ikisini yazarken de bu romanım üzerime çalışıyordum zaten. İsmi de sonu da çoktan belliydi. Çünkü bizzat birinci ağızdan dinlediğim ve üzüntüyle bakıp çözüm üretemediğim bir hikayeydi. Ama üzerinde çok çalışılması gerekiyordu ve ilk kitabım olmamalıydı. Azıcık pişmem da lazım gelir diye düşünmüştüm. İyi ki de öyle yapmışım çünkü o zamanlar ilk bu romanı yazmış olsaydım yıllar içinde tesadüfen öğrendiklerimi kitaba yazamayacaktım.

Kitaptaki kahraman annemin babaannesi Mehpare… Sık sık ziyaretine giderdim. Vefat ettiğinde yirmili yaşların ortasındaydım. O yüzden birçok bilgiyi kendinden dinledim. Roman gibiydi. Biraz Aşk-ı Memnu’ydu, biraz Çalıkuşu’ydu ama gerçekti. Ve “roman gibi” olmaktan çıkıp roman olmayı hak ediyordu.

● Roman gibi hayatı olan birinin romanı kesinlikle olmalıydı ve iyi ki kaleme alarak biz okurlara sundunuz. Her insan için kendini ifade etme şekli farklı olabiliyor. Yazmak ile uğraşan insanlar ise kendilerini daha rahat yazarak ifade ettiklerini söylerler. Bu sizin içinde geçerli midir? Yazmanın sizin hayatınızda kattıkları ve kazandırdıkları nelerdir?

☆ Çok doğru söylüyorsunuz. Ressam resme, müzisyen bestelerine, şair şiirlerine aksettiriyor duygularını. Ben küçüklüğümden beri şiir yazarım. Bir arkadaşımla tartışsam şiir yazıp gönderir duygularımı anlamasını sağlardım. Ya da bir iki paragrafla ifade ederdim. Yazdıkça o kelimeler artık söze de yansıyor. Yine ve yeni konular yazmak için algılarınız her zaman açık oluyor. Bir insanı yargılamamak ya da ona acımasızca etiket basmamak lazım. Kim bilir nelerden geçti deyip anlamaya çalışmak lazım. Bence yazmanın bana kattığı en büyük şey bu.

Devamlı yüzleri incelerken buluyorum kendimi. Ne oldu da bu yüzde hüzün var ya da bu kadar acımasız duruşunun ardındaki hikaye ne diye soruyorum. O yüzler belki içlerindekini kelimelere dökemiyor ama bana model oluyorlar. Yüzlerini okuyorum sonra içlerini…

●Bir yazar için kitabın basılması, raflara çıkması çok önemli ve özeldir. Bu sizin gerçekleştirmek istediği bir hayal miydi?

☆Ben Londra’dan döndükten sonra İletişim Fakültesi’nden o sıralar mezun olmuş kardeşim Sedef’in dil eğitimi alması gerektiğin düşündüğüm için onu Londra’ya gitmeye ikna ettim. Zorla. İstemeyerek gittiği için hep negatif şeyler geldi başına. Negatif ve trajikomik. İlk romanım “Bir Londra Masalı” öyle hayat buldu. Yazarken de kahkahalarla yazdım, bitirince de kahkahalarla imzaladım. Onun çıkışındaki heyecanım kelimelerle ifade edilemez. Hayalim gerçek olmuştu ve raflarda ne zaman görsem gözlerim doldu o ilk aylarda. İkinci romanım “Gökten Üç Aşk” düştü çıkınca da aynı heyecan devam etti tabii ama adınızı ilk defa yazar olarak görmenin heyecanı başkaydı. İlk kitabım “en iyisi“ olarak kalmasa da hep “en özel” kalacak o yüzden.

●Hiç korktuğunuz an oldu mu? Yazarlık güzel bir serüvendir ve birçok tepkiler yazılanlara geliyor. İyisiyle kötüsüyle gelecek tepkilerden çekinip beğenilmeyeceğiyle alakalı endişeleriniz oldu mu?

☆ Ne kadar yazdığım konulara güvensem de insanlar farklı farklı. Kiminin çok güldüğüne diğeri tepki vermeyebiliyor. Kiminin çok sevdiği diğerine öylesine gelebiliyor. Bir eser ortaya çıkarmak isteyen herkes onaylanmak ve kitlelerce sevilmek, onaylanmak ister. Sadece kendin yaz kendin sev sloganı güden bir sanatçı ya da yazar zaten topluluğa hitap etmeyi seçmemiştir ki. Ben gözü doymaz bir sevgi arsızı olduğum için herkes sevsin bir tane bile sevmeyen çıkamasın diye yola çıkıyorum hep. Şükür şimdiye kadar olumsuz bir yorum almadım okuyanlardan ama alırsam üzerine gider bir sonraki adımlarımda daha çok kişiye hitap edeyim, sevilerek okunayım diye çalışırım. Ama bu sorunuzun cevabı evet... Yeterince sevilmezse diye kuşku her zaman oluyor. Olsun da. Olsun ki daha fazla yüreğe dokunabilmek için titiz çalışayım.

●Her yazarın hayalleri arasında kitaplarının beyaz perdeye taşınması da vardır, kuşkusuz. Olaki bir gün, kitaplarınız için film teklifi alsanız, cevabınız ne olurdu?

Ben şahsen Mehpare'yi beyaz perdede görmeyi çok isterim. Ve milyonların da bu hikayeyi izlemesini arzu ederim, umarım bir gün gerçekleşir ve seyretme imkanımız olur.

☆ Herhalde dünyanın en mutlusu olurdum. Çok isterim film olmasını. Son romanımı okuyan herkesten özel mesajlar alıyorum. İnanın hepsinin de temennisi bu. Mehpare’yi beyaz perde de tanımak. Bu hikaye ne kadar çok kişiyle buluşursa Mehpare babaannem sanki daha huzurla uyuyacak yattığı yerde. Bu çoklu buluşmayı da en fazla sinema sağlardı…


●Yazacağınız yeni kitap için, kurguyu oluşturacağınız zaman nelere dikkat edeceksiniz? Ay Parçasının Güz Yaşları kitabınızda olduğu gibi yine gerçeğe dayanan bir hikaye mi olacak yoksa bu sefer kurgu dünyası olan bir hikaye mi?

☆ Bu son kitabımda bir nevi ailenin tarihine yolculuk yaptım. Kafamda dört beş proje var bundan sonraki için. Üç yakın arkadaşın aşklarını anlatan ve üçünü bir yerde birleştiren, geçmişlerini deşen bir roman, bunun yanı sıra anneannemin hikayesi, ayrıca tuhaf aldatmaları içeren gerçek yaşanmışlıkları birleştireceğim projelerim var. Gerçek hikayeleri kelimelerle buluşturmayı seviyorum ama bunun yanında kurgusal roman planlarım da olacak. Şu anda nadasa çekildim. Bir iki ay içerisinde başlayacağım kısmetse.

●Bir yazar olarak severek okuduğunuz, yazımını kurgu dünyasını beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?

☆ Reşat Nuri Güntekin her zaman listenin başındadır. Döne döne okurum eserlerini… Günümüz yazarlarından Buket Uzuner, Zülfü Livaneli, Azra Kohen… Kitaplarını keyifle okuyorum…

●Son olarak okurlarınıza ve takipçilerimize söyleyecekleriniz ya da benim unutup sizin eklemek istediği bir şey var mı?

☆ Çoğu okuyucum kitabımı okuduktan sonra duygu ve düşüncelerini benimle paylaşıyor. Bu beni hem çok sevindiriyor hem de motive ediyor. Bunun için size ve diğer herkese çok teşekkür ediyorum. Sizlerden gelen paylaşımlar benim için çok değerli ve her daim arşivimde saklanacak. Bu güzel sohbet vesilesiyle ulaşmış ya da ulaşacağım herkese sevgilerimi iletiyorum. Sağ olun var olun. ❤

☆☆☆

Yazarımıza bir kere daha buradan teşekkür ederim, beni kırmayıp teklifimi kabul ettiği için. Ve bu güzel insanları ilelebet anmak hatırlamak hafizalara kazınmasını sağlamak için yazdığı kitap için de teşekkürler. Harika bir serüvendi. Kitabı mutlaka öneririm, okuyunuz.
Sevgilerle...

Ay Parçasının Güz Yaşları - Elif Ebru Batı Wibrew | Kitap Yorumu


Yazar Adı: Elif Ebru Batı Wibrew
Kitap Adı: Ay Parçasının Güz Yaşları 
Özgün Adı: -
Seri Sıralaması: -
Baskı Yılı: 2021
Sayfa Sayısı: 352
Yayınevi: Pika Yayın 
Kitaba Puanım: 5/5
Siz hiç yaşadığınız evinizden, şehrinizden koparıldığınızı hayal ettiniz mi? Bakın yaşadınız mı demedim sadece hayal ettiniz mi diye sordum. Bu koparılışı, oradan oraya savruluşu yaşayan Mehpare'nin hikayesini okudum. Tabi onun hikayesine gelmeden öncesi de vardı, buruk kırık hatta kırgınlık dolu kalplerin yeteri kadar sevdayı doyasıya yaşayamayışlarına şahitlik edip onun hikayesinin başladığı kısma ulaşacağız. Büyük büyük annesinin kırık aşk hikayesi, evlenip çocuklu olmasının olduğu dönemde geri gelen aşkına gitmesi, kızı Feriha'nın öksüz ve yetimliği, ona meftun olan Cevat ile kısa süren evliliği hazin sonu, Hikmet'in annesiz kalışı, öksüz oluşunun eksikliğini giderdiği halası Nevin'in Selanik'teki Sarı Konak'i, Hasan'ı ve sonrasında Mehpare'si... Nuğber'i, Celal Kaptan'ı, Nigar'ı, Didar'ı, Sait Beyi...

1900'lerde başlayan bir hikaye. Başlangıcı Selanik olan bir yolculuk, devamında İstanbul var, Kınalıada var... 2000'lere uzanan bir hikâye.
Patlak veren savaş, her şeylerini geride bırakarak yeni hayata başlamak, mübadele... Hüznü acısı sevdası eksik olmayan tarihe tanıklık etmek bir yerinde.

Bu kitabın nasıl ve hangi cümlelerle anlatayım kestiremiyorum. Öyle içime işledi ve boğazımda yumruya sebep oldu ki, nasıl anlatsam bilmiyorum. Hasan'a, Cevat'a, Zühtü'ye.. en çok o üçü bir de küçük Hakkı. Umarım cennette sevdikleriyle birlikte sonsuzlukta huzurludurlar.

Dediğim gibi tarihe tanıklık ediyoruz kitapla birlikte. Hatta bir yerlerde Mustafa Kemal'i de görüyoruz. Üç kuşak neslin yaşadıkları sevdaya, hüzne, mutluluğa, sevince, en çok da kayıp ettiklerine şahitlik ediyoruz.
Mehpare... Ne özel ne nahif ne kırılgan ne yakan bir hikayen varmış; dilerim Allah'tan Nunnen Nuğber halan, Kaptan baban, Nigâr ve Didar halanlar, babannen, deden ve Mümtaz ile birlikte çocukluğundaki gibi cıvıl cıvıl huzurlusundur.

Benim için bambaşka bir kitap oldu Ay Parçasının Güz Yaşları. Sevgili yazar Elif Ebru Batı Wibrew kendi babannesinin hayat hikayesini böylesi masalsı bir anlatımla kaleme alarak biz okurlarına sunduğu için teşekkür ederim. Kendinin de dediği gibi "bir ömre onlarca güzü ve baharı Mehpare okumak onunla tanışmak büyük bir şerefti.
Kitabı ŞİDDETLE TAVSİYE EDİYORUM. Sizinde okumanızı çok isterim. O duygulara, yaşanmışlıklara şahitlik etmelisiniz. Dönem kitaplarını, gerçekte yaşanmış hikayeleri seviyorsanız kaçırmamanız gereken bir kitap.

Biri Selanik’te diğeri Bayburt İspir bölgesinde iki ailenin 1900’lü yıllardan itibaren üç kuşak boyunca süren hikâyesi, bir memleket tarihinin yazılmamış kaydıdır aynı zamanda. Bu hikâyenin merkezindeki bir kadın ise belki de o memleketin kalbi...

Mehpare yani Ay Parçası… Selanik’ten İstanbul Beyoğlu’na uzanan, Kınalıada’dan iknasız bir vapur yolculuğuyla Karadeniz’in sessiz limanı Gümenüz’e kaçırılan, “bir ömüre onlarca güzü ve baharı” sığdıran Mehpare…

Dünyada ve memlekette dengeler değişirken sürdürülen köşk hayatlarının, Batılılaşan büyük ailelerin, Beyoğlu gezintilerinin, her milletten insanla komşuluğun, ada sefalarının, yüreğe düşen sevdaların eşliğinde dünyaya gözlerini açan Mehpare hiç unutmuyor, her güz mevsimi geçmişini hatırlıyor; anlatacak büyük ve kalabalık bir hikâyesi var. Ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, aradan ne kadar yıl geçerse geçsin, korunaklı çocuk düşlerinde sakladığı bir hikâyesi. Elif Ebru Batı Wibrew, kendi aile tarihinin izlerini titizlikle takip ederek ve yaşayan tanıklara başvurarak üç kuşağın aşklarını, mücadelesini ve düş kırıklıklarını anlattığı Ay Parçasının Güz Yaşları’nda hem geçmişe hem de kendimize bakma şeklimize meydan okuyor; yaşayan kişilerle geçmişin ruhlarını bugün bizler için ustalıkla bir araya getiriyor.

(Tanıtım Bülteninden)